Ne anımsadım biliyor musunuz?
Edremit kanal boyu yürürken yaşı bir hayli ilerlemiş hanımefendi ile tanışmamızı…
Yıl 2014. Aylardan Eylüldü. Yazdan kalma bir gündü.
Annemi henüz yitireli 6 ay olmuştu. Kendimi ahşap yakma, boyama, oyma sanatına vermiştim. Ruhumda duyumsadığım o acı boşluğu bir türlü kapatamadığım yıldı.
Atölyeden evime gidiyordum. Arkamda biri bana seslenmişti. Sesin sahibine başımı çevirdiğimde onu gördüm. Kıvırcık ak mı ak saçlı, güler yüzlü bir hanımefendiydi.
“Kolunuza girebilir miyim?”
“Tabi ki…” Der demez;
Belli ki, yürümekte oldukça zorluk çekiyordu kadıncağız. Bir kaç adımda yanına varıp, kolumu uzatmıştım ona.
Evi vergi dairesinin az ilerisindeymiş. Kısa yoldaşlığımda onunla bir güzel sohbet etmiştik. Aklıma gelmişken bugüne serpeyim o güzel anımı:
“Yaşlılık işte…Dizlerim kireçlenmiş. İzin vermiyorlar fazla yürümeme. Bastonla yürümek de ellerimi acıtıyor.” Diye başlamıştı ilk sohbet sözcükleri.
Adı Muazzez’di. 82 yaşındaydı. Eşi 20 yıl önce vefat etmişti. Çocukları var mıydı, bilmiyorum ama onun yalnız yaşadığını konuşmalarından anlamıştım.
Sonra görev aldığı köy ve kasabaları anlatmaya başladı…Ardından çocukluğunu anlatırken, az soluk alıp duraksamıştı. Belli ki, düşünsel olarak göç ettiği o yıllar onu bir hayli duygulandırmıştı. Gözleri kızarmıştı. Nemliydi bakışları.
“Rahmetli babam subaydı. İki cephede savaşmış bir gazinin kızıydım ben… ”
Bir nefes aralığında rahmet diledim.
“Işık içinde uyusun. Mekanı cennet olsun.”
“Teşekkür ederim.”
Cebinden mendil çıkarttı. Hafiften gözlerini kurulmamıştı.
Kısa bir suskunluk sonrası devam etti konuşmasına:
” Yıl 1937 idi. Biz mecburen Trabzon’da yaşıyorduk. Babam nahiye müdürüydü. Bir sabah annem erkenden bizi yataktan kaldırmıştı. Babama Cumhurreisimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ten telgraf gelmişti. Şehrimize ziyaret edecekmiş. O sabah nasıl heyecanlanmıştık, bilseniz… Sevinç içindeydik…”
O anlatırken asıl ben heyecan içindeydim. Tesadüfün güzelliğine bakar mısınız? Yüreğim bir güvercin misali pır pır atarken sözün arasına girivermiştim:
“Ah, cidden mi? Gördünüz mü onu?”
Gülümsedi:
“Tabi ki, ciddiyim. Görmem mi? Onun kollarında bir süre birlikte bile yürümüştük. Hâlâ sesi, bugün bile kulağımda yankı yapar.”
“Ah, ne şanslısınız. Demek onu yakından tanıdınız. Lütfen anlatın. Sözünüzü kestim. Özür dilerim hocam.”
İşte o an yüzü bir anda değişmişti. Sesinin tonunda ciddi bir sertlik vardı:
“Bana bir daha hocam, diye hitap etmeyiniz. Ya ismimle, ya da ‘ öğretmenim’ diye hitap edin lütfen. Sevmiyorum o kelimeyi.”
“Özür dilerim. Dil alışkanlığı işte.”
“Tamam kızım. Sen kusuruma bakma. Bir an öğretmenliğim tuttu işte…”
Sesi eski yumuşaklığına kavuşmuştu.
“Neyse efendim. Babam Atatürk’ü karşılama heyetindeydi. Bu sefer ki karşılama heyetinde ailecek biz de yer alacaktık. Annemin telaşı bana da geçmişti. Kahvaltı sonrasında yıkanıp paklanıp bir güzel bayramlık giysilerimizi giymiştik…
“…Dışarı çıktığımızda insan sesleri öyle fazlaydı ki…Trabzon sokaklarından halk, akın akın limana boşalıyordu sanki. Gazi Mustafa Kemal Atatürk İzmir Vapuruyla gelecekmiş, diye… İnsanlardaki o coşkuyu, o sevinci görsen kızım, nasıl bir atmosferdi ah bilseniz…Ah, ahh!”
Bir an da sözlerine ara vermişti.
“İşte sokağıma geldikk…”
Evinin kapısına gelmeden önce; kolumdan yavaşça çıkmıştı:
“Artık buradan sonra ben giderim. Hikayemin geri kalanını dinlemek istersen, bana kahve içmeye gelirsin kızım. Hatta nasıl öğretmen olduğumu ve Gazimizin benim yakama takmış olduğu kurdelayı ve onunla çekilmiş fotoğrafımı da sana gösteririm. Telefonumu yazdın değil mi?.. ”
Ona buruk bir gülüş uzatmıştım. Nasıl burulmam?
O an severek yediğiğim elma şekerimi yere düşürmüş gibi olmuştum.
“Evet tabi ki, mutlak sizi ziyarete geleceğim. Telinizi yazmam mı? Yazdım elbet… Sizinle tanıştığıma ben de öyle memnun oldum ki…”
Bir deri bir kemik kalmış bedenini dikleştirmişti:
“Ben de mutlu oldum. Refakatiniz için çok teşekkür ederim kızım. Hoşça kalın.”
Tam arkamı dönüp gidecektim ki, bana seslenmişti.
“Gelmeden önce telefon açarsan sevinirim. Evimi tarif ederim.”
“Tabi, açarım. Hoşça kalın Muazzez Hanım.”
Tadı damakta kalmış tarihi öneme dair bir sohbetten ayrılırken hüzün duymamak imkansızdı…
Bakışlarım sol avucumdaydı. O sihirli rakamlara bakarken, mutlulukla yüzüm aydınlanmıştı. Kâğıt bulamadığım zamanlarda avucum yetişirdi imdadıma…
En kısa zamanda emekli edebiyat öğretmenini ziyaret edecektim.
Emine Pişiren / Kocaeli