Severim başkentimiz Ankara’yı. Doğup büyüdüğüm yer. İnsan hep doğduğu yerde yaşamaz ki. Hayat savurur doyacağı yerlere. Çiçek tozları gibi dağlara taşlara. Bazen kırlara, bazen ışıltılı şehirlere. Hiç aklımda yoktu. İstanbul. “Günlerden bir gün.” diye başlar ya masallar. İşte o günlerin birisinde İstanbul’da çok büyük kurumsallaşmış özel okuldan teklif geldi. Ne söyleyeceğimi bilemedim, şaşırdım. İstanbul çok büyüktü. Çok kalabalık ve çok yalnız olabileceğimi düşündüğüm şehirdi. Metropol şehir için bir yanımda korku, bir yanımda heyecan. İşte o gece karar verdim. “Gitmeliyim. İstanbul beni çağırdı.” dedim.
Arkadaşlarım, “Gitme, çevren, aile, mahalle, dostların burada, arkadaşların burada, evin barkın burada.” dediler. ” Yapamazsın” dediler. Çevre ,arkadaş, ev, bark hiç birisi ile doğmadım. İnsanlar görevli olarak dünyanın öbür ucuna gidebiliyor. Başkalarının düşünceleri benim düşünceme karışıp beni yönlendiremezdi. Kulaklarım sağır oldu. Kimin ne söylediğini umursamadım.
Düşündüm.
“Ne kaybedeceğim? Tutunamazsam döner gelirim memleketime, evime.” dedim. Gözümü kapattım ve imzayı attım. Yola çıkma gücünü hissettim, bu kararı vermek ve yola çıkmak en önemlisiydi benim için.
“Seni, yeneceğim İstanbul” diyenlere dahi kucağını açmış anaç şehir üzerinde yaşamak, vapura atlayıp adalara gidebilmek, Galata Kulesine çıkıp manzara seyredebilmekti. Hayata dair her şeyin olduğu İstanbul beni çağırıyor ve cesaretlendiriyordu. “Ben sana kucak açtım.” diye çığlık atıyordu adeta.
Az gittim uz gittim kalabalık şehrin ortasında buldum kendimi. Zorlu bir karardan sonra “Anı yaşamak ve değerlendirmek” düşüncesine yoğunlaştım. Boğaziçi köprüsünden her geçtiğimde eşsiz ve güzel görünen bir kentin içinde yaşamanın huzurunu buldum. Değişmek, gelişmek için geldim. Farklı kültürlerle tanıştım. Bir çok kişi çıkarları için insanlığından vazgeçmiş burada. Anadolu insanı özünü kaybetmiş, İstanbul’un karanlığında kaybolmuş. Sadece yeni bir şehir, yeni bir hayat ile elde ettiklerime ve edeceklerime odaklandım. Saksısı ve toprağı değişmiş bir çiçek gibi hissediyordum kendimi. İstanbul varsa başkasına ihtiyaç duymadım.
Allah’a çok teşekkür ederek yasadım. Acılarım oldu, kayıplarım oldu. Yaşadıkça sevdim bu şehri. “İyi ki geldim.” dedim. “Boğulursan da büyük denizde boğul” diye bir söz vardır.
İstanbul’un da süresi dolmuştu. Günlerden bir gün Bodrum’dan özel bir okuldan teklif ile Bodrum’da kapı açıldı. Bodrum aşık olduğum bir yerdi. Yaz mevsiminde Bodrum’da tatil yapmak için yıllarca çok çalıştım. Artık kış boyu çalışıp yaz mevsimi için bütçe ayırmayacaktım. Sevdiğim yerde yaşayacağım ve sevdiğim işi yapacaktım. “Evet” dedim. Cesaretimle yeni bir yerde yaşamaya başladım.
Ayakta duran insan güçlüdür,vizyon sahibidir.
Bodrum’a geldim.
İlk kez baharı gördüm. Metropol şehirlerde vitrinlerden anlıyordum baharın gelişini. Bahar mevsimine uygun kıyafetler, ayakkabılar süslerdi vitrinleri. Bodrum’da mor akasyalar, begonviller çağırmıştı beni. Sardılar sarmaladılar. Harika deneyimler ve başarılar elde ettim.
Anladım ki
Ümidi sırtımıza alıp düştüğümüz yollarda, insanoğlu her ortama uyum sağlıyor. Ankara’daydım. İstanbul’a gitme dediler. “İyi ki geldim.” dediğim şehir İstanbul. “Bodrum’a gitme dediler… Bodrum aşığına bu söz söylenir mi?” dedim. Her gittiğin yer, ardında bıraktığın yerden daha güzel. Bodrum’a ait olduğumu düşündüm. Düşündükçe alıştığım bir süreç oldu.
“Bir çok gidenin her biri memnun ki yerinden,
Bir çok seneler geçti; dönen yok seferinden.”
Göç etmek, her şeye yeniden başlayıp başarılı olmak, güç ve akıl işi.
Hayatta büyük başarılar elde etmek için risk almak gerekiyor.
Dünyanın öbür ucunda iş, aş peşinde olan cesaretli insanları ayakta alkışlıyorum. Mevla görelim neyler neylerse güzel eyler…