‟O, görülemez, kavranamaz olandır.’’[1] Görülen ile bilinenler ortadadır, tümü de sınırlıdır, biri diğerine bitişiktir.
O görülmezdir, zira görünmeyendir; gören gözlerin de bir sınırı vardır fizik âlemde.
Kavrayış beynin bir fonksiyonudur, onu da üreten beyindir; söyler misin, hangi akıl yorulmadan durabilir, hangi algı?
‘’Bilgice kuşatamadığın bir şeye nasıl sabredeceksin’’[2] Bilgimiz sınırlıdır, algımız sınırlıdır; açıldıkça bir sınır diğer bir sınıra varır bu muamma.
Sabrın sonu emniyettir; zira her durum bir gizemdir bir diğer durum adına, zamandır bizleri kuşatıp duran.
Evren Tanrı’dadır; ondadır, o kuşatır tüm varlığı yorulmadan, zira yorgunluğun da bir nedeni vardır, varlığın olduğu gibi.
“İşlerin hepsi O’na döner.”[3] Döner ve akar evrenimiz, kapanır ve açılır, bu böyledir; zira o ‘’Daraltan ve genişletendir.’’[4]
Özde birdir, bilendir, tektir; özde bu sayılar, bu zamanlar, bu mekânlar da nedir?
‟O ilktir, sondur, açıktır, gizlidir.”[5] Sözle onu anlatır dururuz! Söz ile yazı iletişimin araçlarıdır. Söyler misin hangi araçla sonsuzluk aktarılabilir?
Tanrı’nın varlığı üzerine kanıt talep edip duran, onun varlığından başka bir şey mi görülüyor evrende?
Görülen ile görünmeyenlerin hepsi ondan yansır, Zira ‟Maşrık ile Mağrıb, Allah’ındır. Yüzünüzü ne tarafa çevirirseniz Allah’ın yüzü oradadır”[6]
İleri ile geri, yüksek ile alçak, yönler ile boyutlar; nedir bu sayılar, bu zamanlar, bu mekânlar?
Elastike bir dokuyla örülmüştür evrenimiz; kaygılı olmanın ne âlemi var, ilerledikçe ilerleyen ile ilerlenen birdir. Çeken ile çekilen, seven ile sevilen, susan ile konuşan da birdir. Biri diğeri için sıfattır belki de.
Birleşir ve dağılır, oluşur ve bozulur her şey; yoğunlaşınca enerji, madde ortaya çıkar, bakıyorsun hepsinin öznesi Tanrı’da biter ve O’dur hepsini kuşatıp duran.
O’nda hayat vardır, hayattır; hayatın gizemi ve bütünlüğü onun bir niteliğidir.
O konuşur, kelamdır, sözdür; bütün sözlerin ve sözcüklerin tümü onun kelam niteliğinden yansır ve bu otoriteyle sağlamlaşır.
O duyandır, insana bir göz, iki de kulak vermiştir; O hem duyan hem de görendir. Tüm görenler, tüm duyanlar, tüm duyulan ile görülenler bu iki nitelemenin otoritesi altında döner dolaşır.
Güçlüdür, kudret ve ihtişamın sahibidir; tüm güç ve hareketlerin sebepleri onda birleşir. Ve böylece tüm isimler ve sıfatların otoritesi O ‘”kavranamaz ve algılanamaz” birliğin otoritesine bağlıdır.
İsimsizlik onun bir niteliğidir. İsimler ve sıfatların bir bütünü, tekliği, ondan ilerisi zat makamıdır.
Burada bütün güzel isimler O’na aittir, ister Ezda, ister Zıda; ne Yehova, ne de Marduk, hepsi bitmiştir; Tanrı Musa’ya, “Ben Ben olanım” ve ‘’Ben ne olmayı istersem O olurum’’ dedi.[7]
‘’İster Allah diye çağırın, ister Rahman diye çağırın, ne ile çağırırsanız; sonuçta en güzel isimler O’nundur.’’[8] Ne fark eder?
Sevgiler, Saygılar
Web: www.metyus.co
M. Salih Özalp
Dipnotlar
[1] Mundaka Upanishad, Birinci Khanda, No: 6
[2] Kehf Suresi, 65-68
[3] Hadîd Suresi, 5
[4] Bakara Suresi, 245
[5] Hadid Suresi, 3
[6] Bakara Suresi, 115
[7] Tevrat, Mısır’dan Çıkış, 3: 14
[8] İsrâ Suresi, 110