Dün eczaneye gitmiştim. Dönüşte alışverişimi yaptım. Sırtımda arka çantam, iki elimde dolu dolu iki torba. Merak ettiniz şimdi tabi nedir içindekiler diye. Şişe dometesi yapmak için bolca domates aldım. Zordu taşıması, ama neylersin? Ben kendi yükümü hep kendim taşıdım zaten. Elim kolum tuttuğu, ayaklarım beni taşıdığı sürece sorun yok.
Evin yolunu tuttum. Çin lokantasına yaklaştığımda orta yaşlı bir bey, elinde içinde bir iki şey olduğu belli olan plastik bir torba, benim önüme geçti. Yüküm ağır olduğu için yürüme hızım oldukça düşüktü. Önüme geçen bey durmadan konuşuyor ve ara sıra da kahkahalar savuruyordu. Önce telefon konuşması yapıyor sandım. Yok! Adamcağız kendi kendine konuşuyor, birilerine yanıtlar yağdırıyor ve beklenmedik bir anda sevinç gülüşleri savuruyordu. Umurunda değildi çevresi. Galiba gülünce rahatlıyordu.
Kendimi düşündüm. Demek ki henüz kafayı yememişim. Kendi kendime konuştuğum anlar oluyor olmasına da bu kadar toplumdan kopmamışım daha dedim. Dedim de aklıma düştü ülkemde, yeryüzünde çaresiz, kimsesiz insanlar ve canlılar, aslında küçülüverdi gözümde yeryüzü ve doğanın hıçkırıklarını duyar oldum adamın gülmelerinde… Umurunda değildi sanki dünya… Ya da artık ipin ucunu kaybetmişti. Sağ taraftan bir hanım göründü. Bana yaklaştığında gülümsediğini hissettim: “Hepimizin bir derdi var .”dediğimde “Evet, her birimizin bir hastalığı var.” dedi ve ikimiz de yolumuza devam ettik.
Bir yandan taşıdığım yükün ağırlığıyla baş etmeye çalışırken, diğer yandan da önümde yürüyen, ince uzun boylu, saçları ağarmış, yüzünü göremediğim adamın bitmişliğini düşünüyor; kendi biçare hallerimi daha çok hissediyordum. Ben evime girdim. O adamcağız yoluna devam etti. Arkasında yürüyen ne bu kadından ne de sokakta kendisine bakanlardan haberi yoktu. “Dünya yansa bir hasırlık yerim yok!” der gibi isyandaydı belki de…
Hiç bu kadar biçare hissetmemiştim kendimi… Yeryüzünde iklim değişikliği canileri de tetikliyor gibi. Doğal afetlere vicdansızların katkıları da eklenince şaşkın şaşkın izliyoruz olanları. Dünyayı yönetenlerin aklı başına gelir inşallah diye dua etmekten kendimi alamıyorum. Koltuk sevdalılarının aklından, sağ duyularından da şüpheliyim. Yoksa onlar da akıllarını lüks, mal mülk, itibar gibi safsatalara mı kaptırdılar?!. Oysa bırakın ülkemizi, yeryüzünde hepimiz, üzerinde yüzen geminin bireyleri değil miyiz? İnsanın insana, insanın doğaya verdiği zarar sonucu bu gemi batarsa kimin işine yarayacak diye düşünüp duruyor, an oluyor gözlerimden fışkırıyor çaresizliğim an oluyor kendi kendime konuşan deliye dönüyorum ben de…
Tanrım, aklımı korumama yardım et.
Şükranca