Karpuz üreticisiydi, karpuzu satana kadar, terim hiç kurumuyor, diyordu.
Karpuzcu, bu yıl da coşkuluydu. İçinden bir hoş gülümseme geliyor, hayatımın akışı değişecek, diyordu. Çünkü çocuğunun yabancı Ülkedeki, ziraat yüksek lisans eğitimi için bitirme sınavları vardı.
Toprağa yıllarını vermişti. Hayat onu zorlamış, kurallarını aynen uygulasa da acımamıştı. Yaptığı en küçük bir hatayı affetmemişti. Saçlar gitmiş ve bedeni hafif eğrilmişti. Gözleri çukura gizlenmiş ve ellerinin nasırı kalıcı hale gelmişti.
Nasırlı eller!
Çiftçinin toprağı tırnaklarıyla eşelemesi boşuna değildi. Bugünler için yatırımını yapıyordu. Yüksek mühendis toprağı hazır bulacaktı. Toprak emin ellerde olacak ve verim artacaktı. Böylece emeğinin karşılığını da almış olacaktı.
Yaşlılığına rağmen, zamanı önemsiyor ve “her şey zamanında” diyordu. Gözleri dalıyor ve karpuz tarlasında uzun süre kayboluyordu. Kimler geçti, kimler ter döktü, diyordu. Dökülen teri oğlunun değerlendireceğine inanıyordu. Coşkuluydu, gülüyor ve gözleri parlıyordu. Oğlunun talimatlarını daha önce niçin düşünemediğine hayıflanıyordu.
Komşularını, oğlunun talimatlarıyla neşelendiriyordu. Bugüne kadar, toprağı hazırlamada yaptığı yanlışlara üzülüyordu. Özellikle yakılan atıklara ve ilaçlara elinde olmadan kederleniyordu.
Toprağın gübre olayını doğal yolla çözümlenmesi gerektiğini söylüyordu. Ayrıca ekimin daha seyrek olması gerektiğini öğrenmişti. Bütün bunların yapılması için maliyetlerin artması söz konusuydu. Üretici olarak problemi yetkililerle paylaşıyor fakat nasıl aşılacağına karar veremiyordu.
Yağmur zamanında düşmüş ve çiftçi sulamada yorulmamıştı. Dereler ırmak, ırmaklar ise deniz tarafından yutulmuştu. Karpuz teveğinin büyümesini her gün gözlüyor ve seyrek ekimin yararını takip ediyordu. Oğlumu karpuz tarlası, verimli bir şekilde, karşılayacak, diyordu. Kendisi de tarlanın başından hiç ayrılmıyordu.
Beklenen gün gelmişti. Karpuz, tarlada koyun gibi yatıyordu. Toptancılar, ağa tarlana ne yaptın, çok güzel verim alacaksın, demişlerdi. Fiyatlar uygun açıklanacak beklentisi vardı. Fakat her mahsulde olduğu gibi, karpuzda da aynı oyun sahneye konmuştu. Çünkü haberlerde talihsiz bir açıklama, karpuz ithalatı gümrüksüz yapılabilecekti.
Karpuzda da köylüyü ve çiftçiyi yabancıya köle, hizmetçi yapacaklardı. Karpuzun açıklanan fiyatından daha ucuza ithal edilmesi, üreticinin ölüm fermanı, demekti.
Acı olaylar yaşayan çiftçi ne yapacağını şaşırmış haldeydi. Konuşsalar, bir araya gelmek isteseler, Silivri’nin soğuk zindanları karşılarına çıkıyordu. Karpuz diğer üretilen ürünler gibi ithal ediyorlardı çünkü paraları vardı.
Bu mantıkla yüksek mühendis oğlunun yapacağı hiçbir şey yoktu. Yazık olmuştu okuduklarına yabancı ülkede sürünmesine. Oğluna toprak kiraladıkları ülkeye gidersen, ülkene yazık edersin.
Hükümet yetkilileri, karpuzun gümrüğünü sıfırladı ve ithal etti. Böylece her üründe olduğu gibi üreticiyi perişan etti. Yöneticiler olaya el koydu ve marketlere gitti. Etiket kontrolü yaptı.
Karpuz, buğday, mısır, ay çiçeği, fındık, şeker pancarı, üzüm ve pamuk aynı yolun yolcusu olarak haklarında tutanak tutularak, üretimi kısıtlandı ve dış güçlerin! araştırmasına başlandı.
Çiftçi “musibetler,” diyerek Silivri adaylığını açıkladı.
Hasan TANRIVERDİ