Kılıçdaroğlu seçim sathında “eğer seçimi kazanırsam fındığı dört dolar yapacağım” dedi. Kılıçdaroğlu’nun bu vaadinin ne derece karşılık bulduğunu oy oranı ile gördük.
Vaadinin yeterince karşılık bulamamasının nedenini vatandaşın AKP’ye olan sadakatine bağlayabilirsiniz. Ya da Kılıçdaroğlu’na olan güvensizliğine…
Bana göre her ikisi de değil.
Fındığın son altmış yılını analiz ettiğimizde Karadeniz’deki ürün çeşitliliğinin giderek azaldığını ve sonunda fındığa bağımlı hale geldiğini görürüz.
Bu bir devlet politikası olmalı ki Karadeniz sahili haricinde Çarşamba ovasında olduğu gibi Düzce mıntıkasında da fındık tarımı oldukça gelişti. Sınırlandırılması yönünde birkaç teşebbüs olsa bile, yeterince bu konunun üzerine düşülmedi.
Ulaşabildiğim verilere göre 2000 yılında yurt genelinde toplam fındık dikim alanı 5.500.000 dekarken bugün 7.050.000 dekara çıkmış. Yanı ortalama yüzde 28 artmış. Ama buna karşılık üretimde bir değişiklik olmamış. İklim şartlarına göre 450 ile 700 bin ton arasında değişiyor.
Buradan şu neticeyi çıkarabilir-miyiz?
Ülkemizde fındık üretiminde verimliliğin geliştirilmesi anlamında bir çalışma olmadığı gibi başıboş bırakılmış.
Mesela son on yılın dekar başına üretim ortalaması Türkiye 0.77 kg, bizim bir üstümüzdeki ülke olan İspanya’da 1.33 kg. Gürcistan’da 2.29 kg, Azerbaycan’da 1.94 kg.
Bu işin bir tarafı,
Diğer yönü ise üretilen fındığın değerlendirilmesi…
Fındığın önemli kısmı (kabuklu ortalama 500 bin ton) ihracat edilmekte, iç tüketim ise 100 bin ton civarındadır.
Elde sağlıklı verilerimiz olmamakla ve son yıllarda çeşitlilik artmakla birlikte ihracatın çoğunluğu iç olarak yapılmakta.
Yani burada da katma değer söz konusu değil. Kır, kabuklarından ayıkla ve sat. O kadar.
Hâlbuki…
Fındık bahçelerini bütün olarak düşündüğümüzde fındığın dalı, ışgınları, otu hatta fındığın yaprağı, patozdan çıkan kapçık ve nihayet fındığın kabuğu işin içine girer.
Bu fındığın üretimi ile alakalı kısmı… Halkın durumuna gelince;
Bundan 20-30 yıl önce köyde oturanların dolayısıyla fındık bahçesinin başında olanlar yüzde 50’ler civarında idi. Bugün ise yüzde 15lerde.
Bu da şu anlama geliyor. Fındık üretimi ailelerin artık ikinci işi… Nitekim eskiden fındık üreticisinin kahir çoğunluğunun bütün ödemeleri fındık mevsimi ve getirisi üzerine idi…
Düğünler, borçlar ve harcamalar fındık hasadının miktarı ve mevsimine bağlıydı. Bugün böyle bir şey yok. Şimdi fındığa (öncelikle) bir an halledilmesi mecburu bir işmiş gibi bakıldığı ve elde edilecek gelirin de aile bütçesine katkı sağlayan bir meta olarak görüldüğü bir ürün.
Yine işin bir başka tarafı,
Eskiden küçük ölçekli bahçesi olan aileler tüm fındık işlerini kendileri yaparlardı. Yapmayanlar da ayıplanırdı. “Yahu adamın altı üstü bir ton fındığı oluyor ona da amele alıyor “gibi. Şimdi ise 500 kilo fındığı olan amele alıyor. Tırpan amele, ışgın amale, gübre amele toplama amele olunca ve bir de verimlilik az olunca… Dahası fındıkta katma değer yaratamamışsanız olacak olan bu demekten başka diyeceğimiz bir şey olamaz.
Yazım biraz karışık oldu galiba, isterseniz özetleyelim;
- Fındık bahçesini kendi haline bırakıp verimlilik üzerine kafa yormamışsan
- Köylüyü şehirli yapıp “ne kaptımsa kar “dedirttirmişsen
- Fındıktan azami gelir sağlamak için karma değer yaratamamışsan
Fındığı dört dolar yapsan ne yazar!.. Devir eski iki kutuplu dünya da olduğu gibi ye iç otur oturduğun yerde devri değil.
Ülkeler (hangi ürünün olursa olsun) üretimini katma değeri yüksek ürün haline getirebiliyorsa zenginleşir ya da ayakta kalabilir. Yoksa…
(Bir sokuşturma)
Elli yıldır araba montaj üretimi yapar “patronlarına marabalık, milletine de ağalık yaparsın.”