Gün/aydın dostlarım…
Yasamak sevmektir diyorsan… Yaşama sevincini yitirme…
Kollarını aç… ________________ Benim adım SABAH… Sevgiye başlangıcım ben…
Öyle bir özlemiş ki yağmur toprağı, toprak yağmuru, dün geceden bu sabaha, hala özlemle sarmaş dolaş birbirlerine… Bu ne sevgi Ya Rab… Kıskandım doğrusu, dedim ki keşke insanlarda böyle olsa…
Uzaktaki dostları, sevdiklerimizi, ya da kaybettiklerimizi böyle özlesek…
Allah’ın biz kullarına verdiği her şey sevilmek için değil mi, sevilen özlenmez mi?..
Özlem olmasa ne anlamı kalırdı ki sevgilerin… Ya da sevilenler olmasa özlem denir miydi yürekteki derin sevgiye… Gözden uzak olan gönüle yakındır bence… Aslında göz gördüğüne inanır, gönül ise gözün görmediklerine, uzaklarda da olsa hisseder varlığını..
Selam gözümün görmediği, gönlümün hissettiği güzel yüreklere…
Yeni bir güne başlarken mutlaka vardır dostların dostlara söyleyeceği sevgi sözleri, vardır değil mi?..
Güzel yüreklerinde dağıtacağı sevgi gülleri vardır her daim değil mi?..
Durmayın, dağıtın o zaman dostlar dostlarınıza o sevgi güllerini ki gününüz aydın, gününüz huzurlu, gününüz ailenizle, sevdiklerinizle beraber, kalbinizde sevgi, yüzünüzde tebessüm, evrene mutluluklar taşan, keyifli, sağlıklı, bereketli ve de mutluluk içinde gönlünüzce geçireceğiniz güzel, sevgi dolu, şiirler tadında geçen yeni bir gün olsun değerli dostlarım…
Bu gün ki konumuz_________(söylemeyeceğim işte okuyanlar anlar) dedim ama neyse kırmayayım kimsenin gönlünü yazayım bu gün ki başlığı:
GÖNÜL KALEMİM
Mürekkebim bitti sanki bu gün. Sayfalar bana kızgın biraz. Bense biraz hırçın, biraz da öfkeliyim.
Sana değil tavrım gönül kalemim. Geçmişimin artıklarına, yüzsüz ve arsız hatıralara…
Desem, git bana gelecekten bir kaç kelime getir arada ben de doldurmaya çalışsam seni. Kederlerimi senden saklıyorum. Alışık değilsin gönül kalemim sen benim, hırslı hikâyelerime.
Kırılır kaybolursun diye korkuyorum. Bu gün sen beni böyle bil olur mu, kırılma bana, benim kırgınlığım yeter bu gün bana…
Benim mürekkebim bitmiş bu gün gönül kalemim…
Bak gönül kalemim sakın ha; deyivereyim sana bu gün yavaşça sana: Dürtme içimdeki narı üzerimde beyaz gömlek var… Dersin ki tebdili kıyafet ferahlıktır, beyazdan başkası gönlümü eder dar…
Bilirsin Yüreğim gün gelir ağlamayı unutur, gün gelir gülmeyi unutur… Ama bu yürek sevdiklerini, gerçek dostlarını asla unutmaz…
Dürtme içimdeki narı, üstümde beyaz gömlek var demiş şair. Sakın ha… ola ki dürtmeye kalkarsın içimdeki narı. Benim de üstümde beyaz gömlek var doğumumdan buyana… Zaten nice oldu, göre göre yazılanları yazdık diye soframıza konulanları… Doyduk be gönül kalemim. Üstümüzde bembeyaz gömleklerle gelsek de hatta beyazlar içinde uğurlansak da inkâr edemeyiz içimizde bir dürtmeyle gömleğimizi kırmızıya bulayacak kötülüğü. Herkesin içinde biraz iyi biraz kötü vardır. Aralarındaki tek fark kötülük yapanın terazisinde kantarın boynunu eğen kötülüktür. Bu bir denge işi gibi terazinin iki kefesi de dolu ama hangi tarafın ağır olacağı kişiye kalmış. Deneyimlerimiz, hislerimiz bizlere bir bir toplatır yüklerimizi ve yerleştirir kefeye. Peki her insan aynı mıdır iyilik ve kötülük yapma konusunda, Freud’un dediği gibi iyilik ve kötülük kılıçlarını kuşanmış birer savaşçı ve biz galibin öyküsünü mü yaşıyoruz?.. Kötülük bir yere ait olamamış insanları bomboş ellerde kukla gibi oynatan şeydir. Hayatta en az bir kez bu kuklacı hepimizin ipini çekiştirmiştir. Önemli olan o kuklanın gölgesinde kalmamak, iyi ve kötünün idrakine vardıktan sonra kötülüğünü dışsal değil içsel nedenlere yükleyebilmektir.
Yazma dersin bana gönül kalemim. Yoruldum bıktım artık dersin… Dersin demesine de senle yılar önce kavileşmedik mi yazalım yazalım ve bir denizyıldızı kurtulursa huzurla uyuyalım diye. Ama biz uyuyamadık anlaşılmadığımız için
Yazma deyince aklına ne gelir ki; bak işte şiir dersinde yazmazsın uzun zamandır. Hı bak işte şiir demişken senle biraz şiirden bahsedelim mi gönül kalemim.
Haydi rahmetli Ahmet Arif’ten yola çıkalım. Ahmed Arif, 21 Nisan 1927’de Diyarbakır’ın Hançepek semtindeki Yağcı sokak 7 nolu evde dünyaya geldi. Asıl adı Ahmed Önal’dır.
Hemen hemen her şairin kaderi olduğu üzere Ankara’da yalnız yaşadığı evinde 2 Haziran 1991 tarihinde geçirdiği kalp krizi sonucu yaşamını yitirdi. Ya işte böyle 1927 den 1991 e kadar sığdırdığı hayatı bu. Merak edersen gönül kalemim git oku onu bu kısa anda neler üretmiş usta. Bu büyük usta bir söyleşisinde şunu demiş gönül kalemim.
“Ben güzelliklere bakarım, doğaya, kadınlara… Güzelliklere bakınca uzun yaşarsın arkadaş… Şiir yazmak için sürekli aşk halinde olmak lazım. Aşk deyince aklınız hemen karşı cinse duyulan aşk gelmesin. En başta yaradana aşk vardır sonra onun yarattığı her bir şeye…
Her bir şeye yazılır şiir. Biliyor musun gönül kalemim bir şiiri okurken bakacaksın; şair boydan boya şiire girmiş mi… Şiiri bir hayat biçimi olarak benimsemiş mi, bu çok önemli. Sacının telinden ayak tırnağına kadar şiire girmiş mi yazarken ve her şiirinin içinde ondan bir parça kalmış mı ve sen kendini o şiirin içinde nerede görüyorsun var mısın yok musun?
Anladın mı gönül kalemim. Şiir Emek ister ben yazdım oldu demek değildir, şiiri yaşamak ve şiire ruh vermek lazım.
Çocukluğumdan bugünlere dek hep aynı istek ve arzu ile yazdım. Okudukça değiştim. Değiştikçe geliştim.
Kendi hâlinde bir vatandaşım… Şiiri sever, sayar ve şiiri ile hiçbir şey söylemek istememenin o iddiasız keyfini yaşarım. Zaten şiir, bir şey söylemekten öte bir enstrüman çalmak gibidir. İçinizde biriken melodiyi yazarsınız, gerisi okuyucuya kalır. Bir şey söyleme isteğinde olan insan düzyazı ile ilgilenmeli, şiir yanlış alan.
Ben şiir yazmadığım dakikalarda şairliğini unutan biriyim.
Şairliğimi kimlik gibi yanımda taşımıyorum. Sosyal medyada sürekli şiirlerimi paylaşmıyorum. Ortada iyi bir şiir varsa muhakkak okuyucusunu bulur. İnsanın kendi reklamını yapması itici bir durum… Bu bana tanınırlık adına olumsuz dönüyor farkındayım ama en azından egomu ve tavrımı koruyor olma ferahlığı veriyor.
Ben şiirlerimde insanlara bir şeyler anlatmaktan ziyade kendi iç sesini dizelerine yansıtan bir dil kullanıyorum. Şiir benim için başlı başına bir avunmanın kâğıda dökülmüş hâli. Şiir yazarken hiç kimse umurumda değil inanır mısınız?.. Ben sadece şiir yazarken şairim. Hayatımı şiirlerimdeki gibi üst perdeden iddialı cümleler kurarak yaşayan bir adam gibi yaşamıyorum. Ben derdimi içimde hep şiire saklıyorum. Şiirin başına oturana kadar başkasıyım, oturduktan sonra başkası.
Herkes gibi olmaya çalışıyorum, şair olmamaya çalışıyorum yaşarken. ‘Herkes gibi olmak, olmayacak bir şey.’ der Sezai Karakoç ama ‘bunun için’ çabalıyorum.
Şair, gerek insana, gerek doğaya, gerek olgu ve olaylara daha farklı ve duyarlı, sezgisel ve derinlikli bir perspektiften bakan; bunu, bu ayrıcalıklı statüsünün bir sonucu olarak, en etkili ve dolaysız ifade biçimi olarak, ahenkli ve yüklü mısralarla dile getiren kişi diye nitelenmiştir. Ve güzel bir harmandır şair, Arif Eren hocanın dediği gibi; “şair ses ipine söz asan insandır.”
Şiir “hayat” demektir. Kimi zaman durgun, berrak, kimi zaman da kan renginde akan bir nehirse hayat, şiir de o akışın betimlenmesidir. Her şair kendi gördüğünü, gözlemlediğini ak kâğıda nakşeder.
Kâğıt beyaz ise üzerine düşen renk yüreğimizin açık ve koyu renkleri… Herkes renkleri rengi ile algılayamıyor… Şairin yüreği mürekkep gibidir… Bazen siyah bazen kırmızı bazen mavi… Ben hiç beyaz mürekkep görmedim… Ama olsaydı değeri ne olursa olsun ben öder alırdım gönül kalemim…
Şiir, hayatın parçasıdır. Şiirsiz hayatlar da var elbet. Veya şiirin hayat olduğunu görmeyenlerde…
Şiir bir emektir! Şairlik ise yürektir!
Şiir bir gıdadır! Şairlik ise ona olan sevdadır!
Şiir bir araçtır! Şairin ki ise güzellikleri Şiiriyle paylaşmak da amaçtır!
Şiir yazılanların noktası… Virgülü, hece/si… Kafiye/si!
Bir şiir sestir; bazen sessiz bir çığlık. Yüzlerce resim binlerce fotoğraftır
Şair ise ona kafa yoranla onun için dökendir alın teri!
Şair, kendi tarlasına da su isteyen kişidir. Bu istek çekişmelere, çatışmalara yol açar. Sonra bu su, bazen faydalı ürünler verir, bazen baldıran otları. Ne olursa olsun şiir, bir tarlayı koruma çabasıdır.
Şiir biraz da su gibidir, kelimeler akan bir nehirdir, saydam bir gönül ezgisidir yansıyanlar…
Şair orada oturur o nehirden kelimeleri toplar, derler, süsler ve nehre bırakır bıraktığı şiir değil yüreğidir… Ve artık o kendinin değil o an kurtulmuştur yüreğinden. Ama geçer gider görünmez veya unutulur. Şairin yüreğin kaybolur o nehirde fark etmez kimse…
Şair der ki “Yazdım, kurtuldum.” Aslında şiir kendini yazdırarak şairden kurtuluyor. Başkasının olmaya başlıyordur. Aslında okunası şeylerdir, şiiri okuyanlar şairi değil kendini görmelidir. Bilirsin şiir biraz da insan gibidir, ölçülü ve uyaklıdır anlatılanlar… Bilirsin insan birazda su gibidir, akar ve paylaştıkça çoğalırlar…
Çoğalır da acaba kalır mı dersin birkaç gönülde adımız?..
Sayalım mı seninle? kaç şair yaşamını kaybetmeden önce gönüldedir…
Biliyor musun gönül kalemim bugünün genç şairleri ne yapıyor?..
Sanırım var olan edebiyat ortamına dâhil olmak için sadece şiir yazmakla yetiniyorlar. Yeni bir şekil, biçim, söyleyiş ya da poetika (şiir sanatı) arayışı olmadan taklitle veya esinle yazılan şiirleri okuyoruz.
Hilmi Yavuz, Küçük İskender, Enis Batur gibi şairleri taklit eden, kutsal kitaplardan biçim aşıran genç şairlerin her biri kendini dağın zirvesinde görmekte…
Hal böyle olunca da kendi kuşağının şiirini izlemeyi küçüklük olarak gören şairlerden bir kuşak olarak bahsetmek, onlardan Türk şiirinde yeni bir kırılma yapmalarını beklemek yanlış olur.
Demin söylediğim gibi taklit ve esinle yazılan şiirler ancak ana akımı veya taklit edilen şairi güçlendirir. Dolayısıyla özgün, farklı şair olma durumu söz konusu olmaz gibi.
Genç şiirin sorunu önceki kuşak şairlerinin şiir anlayışlarına kuyruk olmak… Yapılması gereken ise ana akıma kuyruk değil farklı bir şiir anlayışıyla baş olmak. Bu da şiirsel bir karşı duruşu zorunlu kılar.
Evet gönül kalemim buraya kadar sabırla gelen dostlara son sözlerini yaz ve kurtul benden…
Bizim yürüyüşümüz hep bir ‘gece yürüyüşü’… hep ışığa, aydınlığa doğru… bunun içindir ki gün ışığı ve ay ışığı hoş gelir gönlümüze… sokakların sahte lambalarla aydınlatılmış olması bizce sahici/samimi olan değildir… bunun içindir ki modern zamanların insanı, sahte aydınlıkların içinde yürür ama varacağı yerin aydınlık olmayacağı kesindir…
Biz her şeye rağmen okuyoruz, yazıyoruz, çiziyoruz, düşünüyoruz… tam olarak hakkını veremesek de vazgeçmek yakışmayandır, bize… Okumak, yazmak, çizmek, düşünmek güzeldir yeter ki rıza-i ilahi dairesinde olsun…
“Arif olan usulca eşiğe başını koyar.” (Mevlana Hz.)
Söz söylenmiştir, anlayan anlar. Anlamayana çare bende değil kendindedir…
Kim; Barış adına, Sevgi adına, İnsanlık adına yoklama alırsa, Ben; ‘Buradayım’ her zaman ve her an…
Atalarımızdan emanet aldığımız bu Vatanın sahipleri yalnızca bu Vatanı karşılıksız seve bilenlerdir… Mutlu ve umutlu, acısız, gözyaşsız günler dilerim. Gününüze aydınlık, hayırlar ve bereket dolsun. Güzel bir Cumartesi gününü sevdiklerinizle ve gönlünüzdeki düşlediğiniz gibi geçirin…
Gönül soframdan gönül sofranıza muhabbet olsun… Sağlık, bereket ve huzur ile hoş kalın, hoşça kalın, sevgiyle hep dostça kalın, bir gün, bir yerlerde, görüşmek ümidiyle…
#öskurşun#