449 Memleketimden İnsan Manzaraları
“Söylediklerinizin hiçbirine inanmıyorum ama
düşündüklerinizi söyleme özgürlüğünüzü ölünceye
dek savunacağım.”
VOLTER (1694-1778)
Fransız Yazar ve Düşünür
İki yıllık askerlik dönemini saymazsak, 17 yıl gibi kısa süren öğretmenliğimde düşünce özgürlüğünü savundum hep. Öğrencilerimin de bunu benimsemesi için çaba gösterdim. Sözgelişi onları soru sormaya, düşünmeye, düşündüklerini korkusuzca söyleyip yazmaya özendirdim. Ne denli başarılı oldum bilemem ama epeyce ter döktüm bu konuda.
Ezber bilgiye önem vermedim hiç. “Okuma alışkanlığı kazandırabilirsem, yaşam boyu öğrenirler. Öyle ise en değerli bilgi budur!” diye düşünüyordum. Boş zamanlarını okuyarak değerlendirmek, okuduğunu doğru anlayıp sözlü ve yazılı olarak doğru ve güzel anlatmaktı önemli olan. Aslında Türkçe ve edebiyat derslerinin amacı buydu ve bu olmalıydı yalnızca.
Özellikle iki üç yıllık deneyimden sonra, yazılı sınavları, “Ders kitabınızın şu sayfasındaki öyküyü okuyup şu soruları, falan sayadaki şiiri okuyup şu soruları yanıtlayınız.” gibi yeni bir yöntem uyguladım. Ders kitabı, not defteri ve sözlüklerden yaralanmanın serbest olduğu bu sınavı önce çok yadırgadı öğrenciler ama zamanla bunun daha doğru olduğuna inandılar.
Sınıfta, soru soran bir öğrencim oldu muydu, değmeyin benim keyfime! Ama hemen yanıtlamaz, hele hele evet ya da hayır deyip geçiştirmezdim. “Siz ne dersiniz?” diye sınıfa sorardım ben de. Şöyle diyen de olurdu, böyle diyen de… Dahası, “İki arkadaşım da yanlış düşünüyor. Doğrusu şudur bence.” diyen de çıkıyordu. Farklı görüş ve düşünceleri savunanları -fikrimi belli etmeden- dikkatle dinlediğim gibi, tüm sınıfın da farklı düşünenlere saygı göstermesini isterdim.
Kısacası klasik bir öğretmen olamadım ben, olmak da istemedim. Sözgelişi Hasanoğlan Atatürk Öğretmen Okulu’nda çalışırken, öğrencilerle birlikte çıkardığımız duvar gazetesinin adı ÖZDÜŞÜN’dü. Genel yönetmeni 2/C sınıfından Nermin Kelek’ti. Birkaç yıl önce karşılaştığımızda, “Neden 5. ve 6. sınıflardan bir âbi ya da bir abla değil de beni seçmiştiniz o göreve?” diye sormasın mı?
Gerçekten de üst sınıflardan yetenek ve başarılarıyla öne çıkmış Murat Ali Kiremitçi, İbrahim Kaypakkaya, İsmail Çoban, Ziya Kılıççıoğlu gibi gözde öğrenciler durup dururken niçin Nermin Kelek?
O da arkadaşları Nurhayat Katıtaş, Azmi Altınok, Raziye Aydemir, Alaaddin Yücel, Gülseren Karakuş ve Süleyman Özcan gibi, sınıfta en çok soru soranlardan, düşüncesini açıkça söyleyip yazmaktan korkmayanlardandı çünkü.
Gazetenin adı ÖZDÜŞÜN yazısının altında, “Düşünüyorum, öyleyse varım!” özdeyişi okunuyordu hemen. Yıl 1965 olduğuna göre o günlerde düşünmeye ama öz düşünmeye önem veriyormuşum demek ki.
Niçin mi böyle bir giriş yaptım bugün? “Dün neysem, bugün de oyum” demek için… Kesinlikle övünülecek bir şey değil bu. Değil ama ben buyum işte! Gerçeği niçin saklayayım ki?
Dün olduğu gibi bugün de isterim ki ben, kim ne düşünürse korkusuzca söyleyip yazsın. Hiç kimse çıkara dayanmayan düşüncesinden dolayı suçlanıp kınanmasın.
Bildiğiniz gibi, geçen haftalarda beni kıyasıya eleştiren iletilere de yer verdim, hayır diyenlere de… İşte size iki ileti daha:
İlk sözü Keşanlı Öğretmen Yazar Mehmet Uslu alıyor:
“Önce şunu vurgulamak isterim: ‘Kusursuz dost arayan dostsuz kalır’ diye bir söz var. Bizler mesleği gazetecilik olanlar gibi her gün köşe yazısı yazmıyoruz. Onun için tüm gündemi izleyip her konuda yazmamız söz konusu olamaz. Gazze konusunda ben de yazmadım hiç.
Bu benim olayı önemsemediğimi göstermez. İsrail devleti, Filistinlilerin sattığı topraklar üzerinde kurulmuştur. En çok toprak satan da Yaser Arafat’ın babasıdır. Bugün yaşananların bir sorumlusu da Hamas’tır. İlk kıvılcımı onlar çakmış, ilk bombayı onlar atmıştır çünkü. (…)”
Ve bu kez mikrofon Ordulu Öğretmen Yazar Faik Akçay’da. O ne diyor bakalım:
“Filistin’i, Gazze’yi savunanlar genellikle, ‘Orada insanlar öldürülüyor’ diye değil, ‘Müslümanlar öldürülüyor’ görüşündeler. Onlar sözgelimi Ukrayna’da, Azerbaycan’da, Karadağ’da, Libya’da insanlar suçsuz günahsız yere öldürülürken seslerini çıkarmayanlar. (….)
Filistin’de ölenlere yüreği sızlayanların Karabağ’da ölenleri duymazdan, görmezden, bilmezden gelmelerine ne diyelim?
Irkçılığın her türüne, özellikle din ırkçılığına karşı durmayanların yanında olamam ben.
Filistin’de öldürülen kadın, erkek, çocuk, yaşlı herkes için içimiz yanıyor elbette. Ama başka yerlerde ölenlere aldırmıyorsak, insanlığımızı sorgulamak zorundayız; diye düşünüyorum .”
Bir süredir Amerka’da bulunan Hasanoğlanlı Öğretmen Yazar Fazilet Özkan Por da benzer düşünceleri dile getirmiş yanıtında.
“Anladık Erkan Öğretmen, anladık da sen ne düşünüyorsun?” mu diyorsunuz hâlâ?
Benim söyleyeceklerimin hepsini söylemiş, bu değerli meslektaşlarım. Yinelemek anlamsız olacak; diye düşünüyorum.
Bu öğretmen yazarlar neden böyle bilmem ki!
Sözleşmişler gibi sanki, ille de düşünmemizi, sorgulamamızı ve mutlaka özeleştiri yapmamızı istiyorlar hep.
Yeterince düşünmüyor, sorgulamıyor ve dahi hiç özeleştiri yapmıyor muyuz yoksa biz?
Hüseyin Erkan