Yeni bir güne başlamanın mutluluğu ile, güneşin parlak ışınlarını içimde hissettim. Bu duyguyla ana caddeden Bakırköy’e doğru yürümeye başladım. Düşünmediğim bir anda, tepelere çöken sis gibi, üzeri küllenen duygularım depreşti ve sarsıldım.
Nereden çıktı, neden şimdi diye belleğimi sorguladım. Sorguladım fakat düşünmeden de edemedim. Gözümü kırpmadan güneşe döndüm ve esen ılık bir rüzgârı doyasıya içime çektim. Dalgalar geçti içimden, karanlıkta bir ses gibi. O ses titrek ve telaşlı.
Bir çelişki duydum, düşünmedim o çelişkiyi yaratan karmaşık duyguları. Yürümeye devam ettim, önemli bulmadım sarsılmamın nedenini. O duyguları unutup yeniden küllenmesini istedim. Yine de bir tarafa savruldum, o esnada belleğimde var olan, kuşkulu ve hilekâr insanlarla teması kesmeyi düşündüm. Düşündüm fakat bu tür insanlar yassı solucana benzer. Başını kesersin, iki başlı yaratık olurlar. Bunlar insanlıktan nasiplenmemiştir.
Belleğimi kemiren yassı solucanın özelliğinden soyutlanamadım. Solucan düşünceliler beni bırakmadı ve aralıksız döndü tepemde. Mutlu başladığım günü zehir etmeye başladı. Kaldırımda neşeli görünmeye çalışarak adımlarımı sıklaştırdım. Sisteme pas girdimi, leke başlangıcı görülüyor.
Bu yüzden acıma duygusunu bir tarafa bırakan, zaaflarını hiçe sayan şahıslar oluyoruz. Sonra da arkasına taş atıp görmeyen kör şahinlere itaat ediyoruz. Yaşantımız özgür de olsa, bir takım yersiz kaygılarla öyle meşgul oluyoruz ki, o güzelim meyve ve onunla ilgili duygulara erişemiyoruz. Bu zaaftan yararlanıp içimizi kemiren olgular; tırtıl gibi boyumuzun ölçüsünü alıyor ve içimizi karartıp benliğimizi esir ediyor. Esir olduğun düşünceye tepki olmak üzere yarı uyuşuk özde özgür bir durumda Bakırköy’de işime bir an önce ulaşmayı düşlüyorum.
Karşıdan gelen uzun boylu, gözlüklü spor giyimli iki kişi dikkatimi çekti. Yavaş adımlarla yaklaşıyorlardı. Biraz daha dikkat edince, beni sarsan düşüncelerim, daha da karmaşık hâle dönüştü. O anda kendimi huzursuz hissettim.
Gözlüklü iki adam bana doğru gelirken, kaldırımın sol tarafına geçtim. Onlar da sol tarafa geçti. Ben sağ tarafta yerimi alırken, onlar da sağ tarafı tercih ettiler. Aramızdaki mesafe kısalıyordu. Tedirgin oldum. Belleğimin verdiği sesler yine titrek ve telaşlıydı. Duygusal olarak her şey olabilirdi.
Bin bir düşünce ve korku dahil, belleğimde yeni bir isyan başladı. Yalnız isyanla ilgili istekler zayıftı ki, ani bir tepkiyle kaçmadım. Çantam aklıma geldi. İçerisinde kitap defter ve kalemlerim vardı. Kitapları alsalar ne yapacaklar, okumazlar ki, okumuş olsa, zaten sokak insanı olmazlardı. Kitap, defter ve kalemler benim hazinemdi. Onların işine yaramayacağı için, çanta bir süre sonra sokağın kenarına atılmış olarak bulunurdu. Kimliğim üzerimdeydi, para aklıma gelmedi. Yanımdan geçenlere güvenebilir miyim diye göz ucuyla baktım. Önümü kesenleri gören kaçıyordu. Korku hissi beynimin kıvrımlarında etkili oldu ve titredim.
Beynim dalgalar arasında kürek çekmeye çalışıyordu. Kıyıdaki insanlarla bağ kurma şansı yokken, patlayan sam yeli de neyin nesiydi.
Gözlüklülerden daha zayıf olanı yolumu kesti ve önümde dikildi. “Beni tanıdın mı?” Dedi.
Dalgaların kıyıya fırlattığı kayık gibi yanmaya başladım. Ağzım kurudu, dilim damağıma yapıştı ve yutkunamadım.
Beynimde aynı soru birkaç defa çınladı. Beni tanıdın mı? Beni tanıdın, Beni ta…
Kendimi toparladım ve eskrimde rakibin yaptığı gibi uygun zamanı bulup saldırıya geçtim. “Gözlüğünü eline alırsan tanırım.” Dedim. Biraz heyecanım yatışır gibi oldu. Suratımın da renk değiştirdiğinin farkındayım.
Karşımdaki adamın gözlüksüz hâlini belleğimdeki fotoğraflara tarattım. Benzer kişi bulamadım. Çıkış noktası ararken, yoldan geçenler kaçmaya yetiştiremiyordu. Olaylar sırasında beynime verdiğim komutlar bir türlü yerine ulaşıp da işleve sokulmuyor, adrenalinim pik yapmış, korku dağları bekliyordu. İkinci kılıç hamlesini düşündüm, boşa giderse diye geri durdum.
İki gözlüklü adamlar, su dansçılarının senkronize hareketleri gibi, aynı davranışları gösteriyorlardı. Gözlerinin içine baktım ve onları psikolojik olarak baskı altına almak istedim. Bu defa diğeri, “Dikkat edersen tanırsın.” Dedi. Bu sorudan sonra rahatladım. Çünkü suç makineleri olsalar, tek ağızdan konuşurlardı. İkinci şahıs dişlerini göstererek soru soramazdı.
Beynimde ağır topların kullanıldığı düelloda zekâ merkezim belleğimi baskıladı ve tüm bilgiler küllenirken çıkış kapıları tutuldu.
Hayal kırıklığına uğramamak için, vücut dilimi de kullanarak, “Uzun yıllar, dostları ayrı düşürebiliyor.” Dedim. Beni tanıdın mı? Diye soran adam, uzun yıllar değil, demez mi. Belleğimin, sarsıcı sesini tekrar duydum ve yağmurdan kaçarken doluya tutuldum. Belleğimdeki ilgili bandı geri sardırdım ve açılan pencereden yıllar içindeki öğrencilerimi görmeye çalıştım. Karanlık duyguların biraz sinmesiyle oh dedim ve rahat soluk aldım.
Son bir hamleyle “Üniversite mi?” Diye sordum. Onlar da bir ağızdan, “Üniversite bizim peşimizde” dediler. Peşimizde kelimesiyle arkalarına baktılar. O anda şunu fark ettim, sanki birileri bunları arıyor veya bunlar kaçıyorlardı.
Telaşlarını benden cevap alamadıklarına yordum. Dikkatleri dağıldı, kaçsam kurtulma umudum olabilirdi. İçimdeki telaş bir türlü düzelmedi. Dizginler yine duygusal zekâmın eline geçti. Çaresizliğim vücut dilime yansıdı. Çantayı öteki elime aldım, dizlerime çarptırdım. Bu arada terden su oldum. Bir türlü kim olduklarını söylemiyorlardı.
Beni tanıdın mı? Diye soran, kim olduklarını açıklayınca, taşlara adeta yapıştım. Sallandım ama düşmemem bir mucizeydi. Her ikisine de sarıldım. Bir türlü kopamadım. Allah’ım ne hâle gelmişlerdi. Üç yıl önceki çok iyi ailelerin çocuklarıydılar. Her ikisi de başarılıydı.
“Sizin için ne yapabilirim.” dedim.
Akıl hastanesine düştüklerini, salı ve perşembe günleri sigara beklediklerini söylediler. Başka bir şey diyemeden kimi gördülerse caddeye yukarı kaçtılar.
Bakırköy’e inene kadar günler geçti, aylar ve yıllar birbirini kovaladı.