Değirmendere sahilde oturan arkadaşıma gitmek üzere evden çıkmıştım. Yürüyerek gitmeyi düşündüm. 2 gündür yürüyüş yapmamıştım.
Ve yolum semt pazarına düştü. Şöyle bir uzandı bakışlarım renkli tezgahlara doğru.
‘Biraz pazarı dolaşsam mı acaba?’
Aslında o dakika birşey almayı hiç düşünmüyordum. Sadece biraz vaktim vardı. Gözlerimi gezdirmek istiyordum.
Ama gördüklerimden sonra fikrimi değiştirmiştim.
Çanakkale’nin o pembe pembe domatesleri, öyle etli etli tezgahtan bana ” al beni” der gibi bakıyorlardı ki…
Hele yanındaki pırıl pırıl, yeşil yeşil gülüşler uzatan sivri biberler yok muydu?!
Kala kaldım öyle!
Satıcı duruşumda ki kararsızlığı, biryandan gözlerimin iştahından anlamış olmalı ki,
“Alırsanız üç kasayı size 10 TL, sine verebilirim,” demez mi?!
Haydi istersen git bakalım!
Satıcıya tebessüm edip, domateslerden birine usulca uzanıp elime aldım.
Kokladım.
Öyle güzel kokuyordu ki!
Tezgahtaki domatesleri okşar gibi dokundum. Hatta birkaç tanesini, yumuşak mı, değil mi, diye yokladım. Diri ve dolgundular. Onları tavada biberle hafif çevirip, derin dondurucuya atmayı düşündüm.
Ah, ne özlemiştim, uzun zamandır böylesi leziz domatesleri tatmayalı!
O dakikada çok severek yediğim melemen pişirdiğimi hayal ettim.
Hele biberle tavada onları kavurup da ekmek banıp yemek var ya, nasıl da lezzetli bir tattır!
Bir de karakış kapıya dayanınca domateslerin uçuk fiyatlarından illallah ettiğimi, anımsayınca…
Eni konu iştahımı kabartmıştım.
O anda hiç düşünmeden karar vermiştim: Satıcıya başımla onay verdim:
“Tamam doldurun, alıyorum.”
Yanımdaki birkaç insan domateslere uzandığında satıcı eliyle engel olmuştu:
“Onlar satıldı!”
“Başka var mı?”
“Hayır, yok. Antalya sera domateslerim de çok güzel! İsterseniz kilosunu size 2,5 liradan verebilirim.”
Adam buruk bir ifadeyle benim az önce aldığım Çanakkale domateslerine yan yan bakıyordu.
” Hayır, ben Çanakkale istemiştim…”
Bu arada iyi bir iş yapmış olmanın keyifli ruh hali yüzüme yansımıştı.
Satıcı torbaları bana uzattığında;
“Hiç düşünmeyin bile. Sabah kilosunu 4 liradan satmıştım. Yarın pazarım yok diye hepsini size 50 krş’dan verdim. Çok büyük kar bu!..”
Dediğinde tek düşüncem onları nasıl taşıyabileceğimdi…
Mayıs ayında kırılan el bileğim hala tam iyileşmemişti. Biraz iş yapınca el bileğim ve parmaklarım şişiyor, ağrıyordu.
Ve ben 20 kilo domatesle 2 kg biberi nasıl taşıyacaktım?
Çaresizlikle bir sağıma, bir soluma baktım. Hangi taraftan çıkışa daha rahat gidebilirdim, diye. Ama gözlerim bile pazarın çıkışına ilerleyememişti ki, kalabalıktan.
Pazar hınca hınç insan doluydu!
Domatesleri sağ elime aldığımda bedenimin terazisi şaşmıştı!
Dalgalı denizde bir yana yatmış takalar gibi yürümeye başlarken, kendime kızıp durdum.
Neyime güvenip bunca domatesi almıştım?!
Üstelik yüklendiğim sağlam elim de, bilekten aşağıya ayrılacak gibiydi. Canım çok yanıyordu!
O anda domatesleri fırlatıp, atasım gelmişti!
…
O anda tam arkamdan bir ses duydum:
” Teyzeciğim, size yardım edebilir miyim?”
Başımı çevirdiğimde 17 yaşlarında bir genç kızın gülümseyerek elimdeki torbalara uzandığını gördüm.
Tanrım sen ne güzelsin!
İç sesimi duyup bir melek gönderdin bana!..
Emine Pişiren/Kocaeli





















