Dünya kurulalı beri yazmış insanoğlu, taşa, kayaya, ağaca, toprağa, mağara duvarına, deriye, kemiğe, kağıda.
Kâh çizgi kullanmış, kah şekil kâh resim. Sonra yazıyı bulmuş. Gayesi neymiş, insanoğlunun yazmaktaki tabiiki önce haberleşmek sonra da geleceğe bir mesaj, bir iz bırakmak. Mağara duvarına, anıtlara, dikili taşlarla şekillerle kazımış anlatmış meramını, daha sonra yazıyı bulmuş, önceleri el yazmalarıyla, sonra baskılarla günümüzde de İnternet yoluyla yazıyor da yazıyor insanoğlu.
Eh ben de kıyısından köşesinden de olsa bu işin içindeyim az buçuk sevgili okurlarım. Yazarken uyduğum bazı ilke ve hassasiyetlerim var, yazan herkes gibi benim de neler mi?
Bir kere, bir zümre, bir sınıf bir aidiyete köle gibi bağlanıp yaşamam ve yazmam.
Benim derdim, konum, meramım insan, kim olursa olsun yeter ki insan olsun.
Kimsenin siyasi görüşünü eleştirip ötekileştirmem, hiçbir siyasi görüşe de övgüler destanlar dizmem.
Her yolun faşizme ya da kominizme sövmeye çıktığı, emperyalizme günde beş vakit söven ama emperyalist ülkelerin diktatörlerinin görüşlerini empoze eden yazı roman ve görüşlerden bıktım.
Müslüman gibi görünen ama insanları soyup soğana çevirmeyi vacip sayan, dini duyguları sömüren, kendini cennetlik sanıp, tüm insanları da cehennem zebanisi sayan, akıl mantık ve ilim ile bilimden kaçandan ben de kaçarım.
Allah’ın, aciz ve herşeye ihtiyacı olan bir kulu olduğumu hep bilirim.
Bir etnik aidiyetim var, lakin bunu kültürel zenginlik sayarım, bunu yazılarımla kimsenin gözüne sokmam, ezilmişlik edebiyatı yapmam, bölücülük ve vatan hainliği olacak şekilde bunu kullanmam. İki Anadilim var der şükrederim.
Vatanımı bayrağımı canımdan çok severim ama ırk milliyetçiliği yapmam.
İnsanları, hayvanları, bitkileri dünyamızı yaratandan ötürü çok severim, elimden geldiğince zarar vermem, korurum.
Yazılarımda bilerek yalın bir dil kullanırım, deyim ve atasözlerini, folklorik ögeleri, değerleri ve adetleri tanıtmak ve yaşatmak için çok kullanırım, olayları olabildiğince yalın sade açık yazmaya çaba gösteririm.
Her konuda çok didaktik yazıların, uzun tiratların okuyan kişiyi yorduğunu bilirim.
Çok okudum, özellikle ortaokul ve lise yıllarımda, yazabilmek için çok okumanın gerekliliğini bilirim. Ama asla okuduklarım yeterli değil, bunu da bilirim ve hala deliler gibi okurum.
En çok da ne okursam ne bilirsem bileyim, bilmediklerimin bildiklerinden çok çok daha fazla olduğunu bilirim, bu yüzden de önce kendimi bilmeye çalışırım hep.
İllâ beni herkes okusun, kitaplarım olsun çok satılsın gibi hırslarım yok, kimselere beni oku, beni dinle diye mesajlar atmam, okumuyor diye küsmem.
Sayfalar dolusu özgeçmişler, başarı öyküleri yazmam ama olup bitene de değinirim.
Hiç bir insanın başarısını da küçümsemem, yok saymam, değersizleştirmeye kalkışmam, kıskanmam.
Yaptığımız işi de Facebook yazarlığı, deyip değersizleştirmeye çalışanlara da gülerim. Çünkü insanların hayatına girdi artık İnternet, hele bu salgın günlerinde, bunun geriye dönüşü yok, nasıl artık telgraf, tebrik kartları, mektup yoksa hayatımızda on yıl sonra basılı kitaplar da dergiler de azalacak, pek olmayacak, bunu ben böyle olsun istemiyorum, gidişat öyle.
Çünkü kitap okumak çok zevkli ama bastırmak külfetli, evde kitaplara yer bulmak, taşımak, kitaplarla taşınmak külfetli.
Sahaflık ve ödünç kitap alınabilen özel kütüphanelerin çoğalması ve desteklenmesi gerekli.
İçimden gelen birkaç serzeniş yazdım, buraya kadar okumuşsun sağol okuyucu, en güzel günler, en güzel geceler, en güzel mutluluklar senin olsun der selam ve sevgilerimi gönderirim.
Şükran Uçkaç Yargı Sazsızozan
12 Ocak 2021
Ankara























