Yağmur vururken cama, akıllara kuşku ve korku salar. Yağmurla başlayan ve peş peşe gelen, felaketlerin izi depreşir yüreklerde. Damlaların camda çıkarttığı ses ve sallantı, ağaçların ırganmasıyla eşdeğer tutulur.
Onun için, yağmur vururken cama insanın içinde felaketin ayak izleri yenilenir. Bu tür izlerin yarattığı güvensizlik, damlaların çarpmasıyla belirginleşir. Çaresizce çarelere gölge düşer. Bu durumda çaresizliği içinden atmak, hemen imkansızdır. Böylece camın salınımıyla başlayan korku, yeni korkular doğurur.
Damlaların yanında dolu taneleri de felaket için, camı kırmanın peşinde. “Geldim, vurdum ve kırdım,” diyor.
Kardeşime niçin korkuyoruz? Diye sordum. “Niçin korkmayacağız” dedi. “Akşama iki saat kala başlayan yağmur, bütün şiddetiyle devam ediyor.” Yağmurun fırtınaya dönüşmesiyle, heyelan ve taşların kopup vadiye inmesi önüne çıkan her şeyi yok etmesi demektir.
Gerek yağmur damlaları ve gerekse dolu taneleri camda bomba gibi patlıyor. Camın kırılması an meselesi. Cam kırılırsa evin içine dolacak olan su, eşyaların harap olmasına neden olacaktır. Evin içinde eşyalar su içinde, bahçede ise heyelan bir bölümün kopup sel sularına katıldığını gözlüyoruz.
Yağmur taneleri incelirken, özellikleri de incelik kazanıyor. Böylece olumlu sinyaller vermeye başladı. Bulutlar dağlara doğru küçülmeye başladı. Çekilme başlamışken, mısır unundan yapılmış kuymağın yenmesi, olaylardan nasip olmadı. Fakat yıkım yine başlayacaktı.
Camlar sallandı. Bu sallantı hayırlısıyla atlatılırsa, pencerelere kapak yaptırmamız gerekir. Başka kurtuluş olmayacak. Sanki baş aşağı devrildik.
Damlalar ile cam arasındaki anlaşmazlık, ev ile aramdaydı. Baş aşağı devrilme gerçekleşebilirdi.
Yağmura ve sele teslim olacak evimiz, içine girildiğinde hâlâ sıcak ve güvenli bir yuva özelliğini devam ettiriyordu. Heyelan bölgesinde değiliz, duygusunu taşıyorum. Felaketlerin olmadığı bir dünya geçti aklımdan. Yine de tepelerden vadiye, seslenen çaresiz biri olup çıkıyorum.
Yağmur damlalarına ve vadinin sel sularına hâkim olmak istiyorum. Uzun, geniş, göz alıcı ve turuncu renkli bir çölde taşın üzerinde oturmayı arzu ediyorum.
Yağmur vururken cama, sokaklardan akan suyu ve derelerin gürültüsünü doğal karşılıyorum. Bu durumda geleceği hayal bile edemiyorum. Doğa, bırakın vadileri, suyunun taşları kaşları ve tepelerini diyordu.
Yağmur vururken cama, doğanın kurallarıyla oynamamışsan korkuyu bırakabilirsin. Fakat doğanın kurallarını tanımamışsan, korkuyu beklemelisin.
Yöreyi tanımak, doğaya uygun hareket etmek, esasımız olmalıdır.