Az önce eski Genel Müdür törenle uğurlandı.
Gider gitmez herkes telefonlara sarıldı, acaba yenisi kim olacak, kimlere yatırım yapmalı, kimlere mesafe koymalı, kime yanaşmalı? Bu arada tabii ki, listeler hazırlanmalı, bu listelerde çok çalışkan ve düzgün olsa da, kullanılmaya elverişli olmayan kimler kötülenmeli, kim istenmeyen adam ilan edilmeli, kime hangi yafta yapıştırılmalı? Adam beş para etmese de eğer onu ben kullanabileceksem, onu nasıl ve kimlere pazarlamalıyım, etinden sütünden nasıl faydalanmalıyım?
Kral öldü, yaşasın yeni kral.
Lacileri çekip etrafta dolanmalıyım, kendim gibi arkadaşlarla toplantı üstüne toplantı yapmalıyım. İş mi, görev aşkı mı, kimin umurunda? Ben bir şeyler olmalıyım, benim sözüm geçmeli, ben olmalıyım işte ya, “BEN”, ötesi var mı? İşi birileri tabii ki yapar, ben bağlantılarımı kurayım, bir koltuğa yerleşeyim, birilerine emredeyim…
Emrimdekiler bana yaranmaya çalışsınlar, ne dersem, yanlış da desem doğru da desem, evet efendim deyip alkışlasınlar… İş mi, görev mi, hak etmek mi, layık olmak mı geçin bunları… Şimdi ben zamanı, hep ben zamanı…
Nedense eski Genel Müdür uğurlanırken, sanki bir yerlerden böyle uğultular yükseldi, tıpkı her Genel Müdür değişiminde olduğu gibi…
Hayalimse, yenisinin görevi en çok hak eden kişilerin arasından seçilmesi ve uğultuların evet benim istediğim olmadı ama yine de hak eden birisi geldi şeklinde yükselmesi…


















Evet, maalesef öyle. Yalaka, royalist, konformist elbiseler, iş dünyasının gri çizgileri arasında yerini alır. Kişiliksizliğin her zaman GEÇER AKÇE olduğu gerçeği, ancak ve ancak bilgi ötesi toplumunda inisiyatiflerin yok olduğu dönemde gerçekleşecektir.
Zihnine sağlık.
Teşekkür ederim