Aklıma takıldı, acaba o dünya mı yalandı bu mu? Bu küçücük, küf kokan oda, yemek sırası, masa kapma yarışı, şezlong bulamayıp kuma serdiğim havlu, yemek kapmayı başaramayınca yediğim o köpürtülmüş sıvı sürülmüş tost… Acaba gerçek dünya bu muydu, insanların hepsi böyle mi yaşıyordu? Benimki bir illüzyon muydu ya da bir nevi Truman Show? Ne hissettiğini bilmediğin hiç sorgulamadığın, hislerinin üstünü örttüğün sadece tutunmaya çalıştığın bir dünya… Bu dünyayı iyi kötü sürüklemeye çalışırken yanında görmeyi alışkanlık edindiğin bir adam… O adama bir şekilde bağımlı olmak; yaşamak için, çocuklarınla birarada kalabilmek için onun gönlünü hoş tutmak zorunda kalmak… Sadece onun değil yanında yöresinde kimi varsa onların da… Acaba o kadın kocasını erkek olarak görebilmiş miydi, onunla ilgili içini ısıtan hayaller kurabilmiş miydi, işten dönmesini hiç dört gözle beklemiş miydi? Onu görünce yüzünde güller açmış mıydı? Yoksa sadece bir sigorta mıydı onun için? Toplumda kabul görmenin, ailesinin yanına dönmek zorunda kalmamanın, adının dula çıkmamasının sigortası? Acaba başka bir dünyayı sevdiği, sevildiği mecbur olmamanın keyfini sürdüğü bir dünyayı hiç aklına getirmiş miydi? Düşleyebilmiş miydi?
Düşleyemediği için mi, kurduğu kumdan kale yıkılmasın diye mi, mütemadiyen etrafındaki kadınları kötülüyor; ne namussuzluklarını, ne çirkinliklerini, ne de çirkefliklerini bırakıyordu? En çok eleştirilen en sevilmeyenler de hep en özgür, en umarsız kadınlardı nedense. Ağızlarını doldura doldura rahatça hakaret ediyorlar, türlü kelimeler yakıştırıyorlardı o kadınlara. Acaba onlar gibi olamadıkları için miydi bu kin, bu acımasızlık? Acaba kocaları o tür kadınlara heves eder miydi? Ellerindeki gidebilir, onlardan alınabilir korkusu muydu hemcinslerine bu kadar öfkeyi kusturan? Evlerinde sevgi yok muydu, güven yok muydu, erkekler hep gidecek gibi miydi? Erkektir yapar, elindekine sahip çık, çıkamazsan elin karısı gelir alır diye mi büyütülmüşlerdi, kadınlar? Ya erkekler, erkek olmayı sadece cinsel organa sahip olmaya mı indirgemişlerdi, adam olmaktan, kadınına sahip çıkmaktan, kadınını sevmekten bihaberler miydi? O kadar kolay mı kanıyorlardı, o kadar mı kolaylardı?
Kadınların çoğu sevgisizdi, sevginin yerine bir sürü şey koymaya çalışmış ama o açlığı bir türlü bastıramamışlardı. O yüzden günden güne zalimleşiyorlardı. Bir tarafları ise ilginç bir şekilde, belki de kendi güçlerinin tadına varabilmek için olacak, zayıfa acıyor onunla ilgi kuruyordu. Zayıf tehlikesizdi çünkü, istendiği zaman da kırılıp köşeye atılabilirdi. Beni, yalnız ve güçlü gördüklerindeki halleriyle güçten düşmüş olduğumu düşündükleri halleri arasında nasıl da davranış farkı vardı. Gerçi yine sevgi yoktu sadece acıma vardı. Zaten birbirleriyle ilişkilerinde de garip bir denge vardı, güçlüler belliydi, diğerleri ona itaat edecek, asla ön plana çıkmayacak, çıkmaya yeltenirlerse de tez zamanda haklarından gelinecekti. İster dedikodu, ister aşağılayarak, ister sürüden ayırarak…
Hemcinslerini acımasızca eleştirirken, gözleri parlıyordu. Kimbilir belki de eleştirdiğinin yerine koyuyordu kendini o anda, öyle umarsız, öyle güçlü… Ya da güzel… Ya da özel… Benden yani Nilden’den niye bu kadar nefret ettiklerini anlamıştım artık. Gençtim, güzeldim, gözlerini çevirdikleri medya organlarında ben vardım. Yiyordum, içiyordum, geziyordum, istediğim herşeyi korkmadan yaşıyordum, eleştirilere kulak tıkıyordum. Görünen buydu.
Aslında benim dünyama ne kadar da benziyordu. Burada kocalar vardı, benim işim, burada güç mücadelesinde kadınlar vardı benim meslektaşlarım. Bunlar kocalarını kaptırırlarsa tüm düzenleri bozulurdu ben işimi. İşimi kaptırdığım anda köşeye itildiğim anda unutulurdum. Bir kere sahnelerden çekilmeye gör, bir kere kara listeye alın, bir daha kimse arayıp sormazdı seni. Ve her zaman arkandan senden daha genç, daha güzelleri gelirdi. Daha yeteneklileri diyemiyorum, çünkü yetenek artık en sonda kalıyor.
Hemen birinin elinden tutup senin yerine çıkarıverirler. Saf olamazsın, sürekli gözün açık olacak ki şöhretini koruyasın, kurnaz olacaksın, umursamaz görünmeyi iyi bileceksin. İnsanları iyi idare edeceksin, sevmesen bile işte tatlım, balım, canım… Sever gibi görünüp bir yandan altını oyacaksın. Yani güçlü olacaksın ki yerini başkası alamasın. Hep genç olacaksın hep güzel hep seksi… Hep en önde, hep en çok bahsedilen… Ve bilinmez belki ama en çok yara alan, en yalnız…
Peki ya o kadınlar, onlar ne yapıyor, gözden düşünce ? Annelerinin evine dönmek zorunda kalınca? Güleryüzle karşılanıyorlar mıydı? Kadersiz yavrum deyip bağırlara basılıyorlar mıydı? Ya da bir adamla geçinemedin, şimdi biz elaleme ne diyeceğiz diye itekleniyorlar mıydı? Gelinliğinle girdiğin evden neden kefeninle çıkmadın diye sorgulanıyorlar mıydı? Sen geldin ama çocuklarını doyuramayız, onları kaynana ver mi deniliyordu? Yaralarına her dakika yenilerini mi ekliyorlardı?
Erkeğin ailesi ne yapıyordu? Boşandın ohh kurtuldun, bizim bilmem kimin kızı var onu alalım sana mı diyorlardı? Zaten karın şöyle şöyleydi boşver elinin kiri mi diyorlardı? Acaba hiç ne yaptın oğlum, yuvanı niye yıktın diyen var mıydı?
Kadın olmak nasıl bir şeydi, ben hep keyfini sürmüştüm. Gencim, güzelim, ben seni üzerim modunda geçti günlerim. Diyetisyenimle beslendim, spor hocamla ter attım. Ne istesem önüme sunuldu. Kim getirdi, kim hazırladı bakmadım bile. Buradaki kadınlar evde görmedikleri yiyecekler için, çocuklarına tattırmak için nasıl da yarışıyor. Koca koca tabaklar yapıyorlar çocuklarına. Önceleri çok sinirleniyor hatta aşağılıyordum. Sonra anladım ki, kimbilir bir daha ne zaman yiyebilecekler bunlardan? Bu hep onun telaşı. Eve döndüklerinde neler yaşıyorlar acaba? Evlerinde neler yapıyorlar, kocalarıyla neleri paylaşabiliyorlar ya da paylaşamıyorlar? Birbirlerine deli gibi muhtaçken, birbirlerini deli gibi israf mı ediyorlar?
………………….