Memleketimden İnsan manzaraları 454
Toz Kondurtmam Adaletimize Ben
der ki kimi yurttaşımız
kim derse ki
bu bardağın yarısı boş
ya haindir ya terörist
gerçek şu ki
tüm bardakların yarısı dolu.
yıllardır sürüp giden
ne güzel bir tartışma bu
orası neresi mi dediniz
benim ülkem Türkiye’dir burası
burası Anadolu.
H. E
Birçok yurttaşımız yasalardan da yakınıyor, yasaları yapanlardan, uygulayanlardan da… Ben onlar gibi düşünmüyorum ama. Mecbur muyum, ille de onlar gibi düşünmeye? Ülkemde özgürlük var.
Niçin mi farklı düşünüyorum?
Yasalarımızı yapan ve onları uygulayan seçkinlerimizin yalnızca kendilerini düşünen kötü niyetli insanlar olacaklarına inanmıyorum çünkü. Yarım bardak su verene, “Niçin yarım?” diye soracağıma, içtenlikle “Teşekkür ederim” demeyi yeğliyorum.
Geçmişten örnekler vererek ne demek istediğimi daha iyi anlatabilecek miyim, bakalım:
Çok iyi bildiğiniz gibi “vatan şairi” olarak bilip sevdiğimiz Nâmık Kemal, Vatan Kasidesi adlı şiirinde:
Felek her türlü esbab-ı cefâsın toplasın gelsin;
Dönersem kahpeyim, millet yolunda bir azîmetten!
der. Herkes gibi o dönemin yöneticileri ve yasaları uygulayan görevliler de beğenmişler ki şairin benzer beyitlerle dolu bu şiirini, seslerini çıkarmamışlar.
Şairimiz, kendisine gösterilen bu hoşgörüden biraz şımarıp Vatan Yahut Silistre adlı bir tiyatro eseri de yazmasın mı? Yazması neyse ne de bu eser İstanbul’daki Gedikpaşa Tiyatrosu’nda sahneye konup seyirciye sunulmasın mı?
Bunlar yetmiyormuş gibi, seyredenler oyun bittikten sonra caddeleri doldurup, “Yaşasın vatan! Yaşasın hürriyet! Yaşasın milletin Kemâl’i!..” diye bağırmasın mı?
Söyleyin bakalım şimdi: Siz böyle bir ortamda yönetici olsanız, “Susturun şu haddini bilmezi.
Daha fazla şımarmasına izin vermeyin. Atın onu içeriye!” demez miydiniz? Polis, savcı, hâkim olsaydınız; baş yöneticinin verdiği bu emri hemen yerine getirmez miydiniz?
Bakmışlar ki o günün yasalarını uygulayan çok değerli yargıçlar, Nâmık Kemal denen bu heyecanlı genç birçok şey biliyor ama dünyanın kaç bucak olduğunu bilmiyor henüz. “Nasıl öğretelim bunu?” diye düşünüp taşınmışlar, sonunda şöyle bir iyilik yapmaya karar vermişler:
“Bu akıllı ve yetenekli gencimizi İstanbul’dan uzaklaştırıp Kıbrıs’taki Magosa Zindanına gönderelim. 38 ay yatsın orda. Hem dinlensin, hem ülkemizin gerçeklerini öğrensin.”
Ve gereken yapılmış hemen. Böylesine ince düşünüp böylesine güzel bir karar veren yargıçlar mutlaka cennet-i âlâda hûrilerle birliktelerdir şimdi.
Gelelim, başka bir vatan şairimiz Nâzım Hikmet’e:
Bakmışlar ki İkinci Dünya Savaşından hemen önce, yasaları adaletle uygulayan seçkin
yargıçlarımız, Nâzım Hikmet adlı bir genç şair, ülkemizi tüm gerçekleriyle çok güzel anlatan şiirler
-2-
yazıyor. Yazıyor da gökyüzünden, uzaydan hiç söz etmiyor. Oysa çok iyi biliyor ki hukukçularımız, gelecek gökyüzünde, gelecek uzayda… “Ne yapalım, nasıl öğretelim bunu?” diye düşünüp taşınırlar.
En iyi öğrenme ve öğretme yöntemi olan “yaparak ve yaşayarak” öğretmenin daha doğru olacağına karar verirler.
“Uzunca bir süre gökyüzü, güneş, ay ve yıldızlardan uzak tutalım onu. Yoksun kalınca bu güzelliklerden, ister istemez öğrenecek onların değerini.” deyip “28 yıl hapis” yazıverirler bol keseden.
Kendisine lâyık görülen bu cömert ödül üzerine başı yine dimdik gururla girer zindana şairimiz. Uzunca bir süre güneş ve ışık girmeyen karanlık odalarda kaldıktan sonra, “Bakalım, bir gelişme var mı?” diye merak edip güneşli bir pazar günü çıkarıverirler dışarı. O günü, “Bugün Pazar” adlı şiirinde şöyle anlatır şair:
Bugün pazar.
Bugün beni ilk defa güneşe çıkardılar.
Ve ben ömrümde ilk defa
gökyüzünün bu kadar benden uzak
bu kadar mavi
bu kadar geniş olduğuna şaşarak
kımıldamadan durdum.
Sonra saygıyla toprağa oturdum.
Dayadım sırtımı beyaz duvara.
Bu anda ne düşmek dalgalara
bu anda ne kavga, ne hürriyet, ne karım.
Toprak, güneş ve ben…
Bahtiyarım.
***
Gördünüz işte! En başta Nâmık Kemal ve Tevfik Fikret’ten etkilenen bu genç, zeki ve yetenekli şair, 36 yaşında hapse girinceye kadar gökyüzünün dünyadan bu kadar uzak, bu kadar mavi ve bu kadar geniş olduğuna dikkat etmemiş hiç. O iyiliksever yargıçlarımız olmasa belki de bu gerçeği hiç öğrenemeyecekti.
Ve bizler de böylesine güzel bir şiirden yoksun kalacaktık tabii.
Yani ki yalnız bu şiiri değil, bunun gibi güzel mi güzel onlarca şiiri okuma zevkini tatmamızı da yüksek adaletimize borçluyuz biz.
Kırk, elli yıl sonraki yazarçizerlerimiz, bugün hapislerde olan, Anayasa Mahkememiz ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin “Haksız yere içerdeler. Derhal salıverilmeliler” dediği halde onların iyiliği için bırakmadığımız Can Atalay, Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş için neler söyleyecekler, kim bilir!
Ne derlerse desin onlar, bana ne!
Toz kondurtmam adaletimize ben!
Hüseyin Erkan
huseyinerkan@dilemyayinevi.com.tr
























