Memleketimden İnsan Manzaraları
Sevgiden Güzel Ne Var?
Herkesin bildiği şeyleri yineleyip ahkâm kesmeyi sevmiyorum. O nedenle, bildiğiniz gibi, haftalık söyleşilerimde yaşayıp gördüklerimi, düşündüklerimi, sevinç ve üzüntülerimi anlatmayı yeğliyorum.
Geçen hafta, 1973 Ağustos’unda o günkü nişanlım ve şimdiki eşimle birlikte Ankara’ya gittiğimizden söz etmiştim. Amacımız nişanlımın Ankara Kız Teknik Yüksek Öğretmen Okulu’ndan öğretmeni MEB Kız Teknik Öğretim Genel Müdürü Neriman Gülmen’i ziyaret etmekti. Niçin mi?
Evlenmeye karar vermiştik de nişanlım Keşan’da öğretmendi, ben İstanbul’da… Böyle bir evlilik olmazdı elbet. Aynı kentte olmalıydık ikimiz de. Bu sorunu çözecek tek kişiydi; eşimin öğretmeni. Söyleyince dileğimizi:
“Hemen, hemen yaparım. Yeter ki evlilik belgenizi bir an önce ulaştırın bana siz.” demişti.
Böylece sevinçle ayrıldık Bakanlık’tan. Dışarıya çıkar çıkmaz:
“Güler, tatlım!” dedim, “Benim de çok değerli bir öğretmenim var Ankara’da. Antalya’daki Aksu Öğretmen Okulunda altı yıl öğretmenim oldu. Ayrıca Hasanoğlan Atatürk Öğretmen Okulunda da iki yıl birlikte çalışma zevkini yaşadım kendisiyle. Onu bir ziyaret edip elini öpmek isterim. Ne dersin?”
“Tabii, neden olmasın? Kimdir?”
“Adı Musa Okay… İş bilgisi öğretmenimizdi ama daha çok gazete, dergi, kitap okumaya ve özgür düşünmeye özendirirdi bizi.”
“Çok güzel!.. Adresini biliyor musun peki?”
“Bilmiyorum ama öğrenirim.”
O gün nerden, nasıl, kimden öğrendim şu an anımsamıyorum ama evinde ziyaret ettik; sevgili öğretmenimi. Eşi de ilkokul öğretmeniydi. İkisi de Sakarya Ârifiye Köy Enstitüsü mezunu. Öğretmenim ayrıca Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü’nü bitirmiş. Saygıyla öptük ellerinden. Çok memnun oldular ziyaretimizden.
Musa Okay öğretmenim, Aksu’da birçok arkadaşım gibi beni de denizle tanıştırmıştı ilk kez. Nasıl mı?..
1958 Mayısının sonunda, okullar tatil olunca, 5. sınıf öğrencileri olarak köylerimize gitmeyip okulda kalarak bir ay boyunca tüm derslik, yatakhane, yemekhane ve benzeri yapıların badana, boya işlerini yapmış; özellikle sonbaharda diktiğimiz çam fidanlarının diplerindeki otları yolarak çapalayıp sulamıştık. Bu işlerde bize rehberlik yapan Okay öğretmenim, çalışmalarımızdan memnun kalmış olacak ki, müdürümüz Enis Türköz’ün de onayı ile Antalya’nın ünlü Konyaaltı Plajında 10 günlük bir kampla ödüllendirmişti bizi.
Böylece birçok arkadaşım gibi ben de o güne dek hep uzaktan görüp sevdiğim denizle kucak kucağa yaşamıştım ilk kez. Dolayısıyla yüzmeyi de orada öğrenmiştim.
1964’te Dicle’den Hasanoğlan’a atanınca Aksu’dan öğretmenlerim Ahmet Tuncer, Şenay Can, Rıfkı Can, Naciye Aybastı, Osman Aybastı gibi Musa Okay öğretmenimin de orada olduğunu görmek çok mutlu etmişti beni.
Bir hafta sonu, kaldığı lojmanda ziyaret ettim kendisini. 10-17 yaşlarında Suat, Fuat ve Bülent adlı üç oğlu, Selma adlı bir kızı vardı. Bir ara söz kitaplardan açılınca, “ Amerikalı bayan yazar Fay Kirby’nin (Fey Körbi) Türkiye’de Köy Enstitüleri adlı kitabını okudun mu?” diye sordu. Biliyordum, çok değerli bir kitap olduğunu onun ama okumamıştım henüz.
“Okumak istersen bende var. Verebilirim.” demesin mi?
-2-
Böyle güzel bir öneriye nasıl hayır derim ben! Köy Enstitülerinin ne olup olmadığını bu kitap, dolayısıyla yine bu öğretmenim sayesinde öğrendim ben.
Hasanoğlan’da iki yıl boyunca şuna tanık oldum ki, aynen Aksu’daki gibi bu okulda da çok seviliyordu bu öğretmenim. Şimdi siz söyleyin Tanrı aşkına! Böylesine sevilip sayılan bir öğretmene Milli Eğitim Bakanlığımızın bir ödül vermesi gerekmez miydi?
Düşünüp taşınan Ankara’daki görevliler, “Gerçekten de çoktan hak etmiş bir ödülü bu öğretmen” deyip 1966 yazında, Malatya’ya okul ve öğrencilerden uzak bir göreve atayıverirler onu.
Sağ olsunlar, çok ince düşünüp bu değerli öğretmenin öğrencisi olduğum için beni de ödülsüz ve öksüz bırakmayıp Kars’ın sınır boyundaki Arpaçay ilçesine göndererek sevindirdiler! Onlar sayesinde gördüm Çıldır gölünü. Onlar sayesinde gezdim Artvin’i, Ardahan’ı, Iğdır’ı, Kağızman’ı… Ve onlar sayesinde tanıdım; sevgili dostum Burhan Albayrak’ı, değerli Savcımız Özer Gürbüz’ü, Deniz Gezmiş’in amcası çalışkan kaymakamımız Rasim Gezmiş’i…
1966’da işte, öğretmenlere böylesine değer veren Orhan Dengiz adlı bir Milli Eğitim Bakanı vardı; Başbakan Süleyman Demirel’in!
Okay Öğretmenimi ziyaretten ettikten sonra:
“Güler, canım benim!” dedim; “Bir isteğim daha olacak senden.”
“Nedir, söyle bakalım.”
“Benim çok değerli bir arkadaşım da var Ankara’da.”
“Ya!.. Kimdir, necidir?”
“Ağrı’da 1968’de aynı taburda birlikte görev yaptığım yedek subay arkadaşım Abdullah Tavmen… Yüksek Ziraat Mühendisidir kendisi. O da bekârdı o yıllarda. Ama mektuplaştığı fakülteden arkadaşı bir sevgilisi vardı. Yıldız Hanım… Askerlik dönüşü evlendiler.”
“Evet…”
“Derim ki, bir de onları ziyaret etsek, ne güzel olur.”
“Niçin sevmiştin bu arkadaşı?”
“Okuyan, elinden dergi ve kitap düşmeyen tek subaydı çünkü o. Ülkemizin gelişip çağdaşlaşması, halkımızın alın terinin karşılığını alması için ağanın, patronun, din sömürücülerin baskısından kurtulup mutlu yaşaması için yanıp tutuşurdu o da. Bu konudaki düşüncesini açıkça söylemekten de çekinmezdi; üst rütbeli komutanların yanında bile.”
“Tamam, madem ki bu kadar çok sevdiğin bir arkadaşın, gidelim.” deyiverdi sevgilim.
Aradım telefonla. Akşama evlerine davet ettiler. Gittik. Sevinçle, güler yüzle karşıladılar bizi. Anılarımızı da tazeledik; bire bir uyuşan umutlarımızı, ülkülerimizi, hayallerimizi de… Değerli asker arkadaşımın sevgili eşi Yıldız Hanım da dört dörtlük bir bayandı. Çok memnun kaldık bu ziyaretten de.
Öğretmenim ve asker arkadaşıma yaptığımız bu ziyaretler, daha sonra her iki aile ile İstanbul’da birçok kez birlikte mutlu anlar yaşamamızın yolunu açtı.
Musa Okay öğretmenimi ve eşini kaybettik bir süre önce. Üç oğlundan en küçüğü Prof. Dr. Bülent Okay ve Abdullah Tavmen’lerle -uzun süredir bir araya gelememiş de olsak- dostluğumuz devam ediyor hâlâ.
Sevgiden daha güzel, dostluktan daha değerli ne var, şu dünyada!
Hüseyin Erkan
0535 371 74 83
huseyinerkan@dilemyayinevi.com.tr