Tırnaklarımda başlıyor aşkın. Parmak uçlarımda sayıklıyorum hikmetlerini.
Gözlerim eserlerine dalıyor; izlerini kovalıyor bakışlarım.
Kulaçlarım kısır kalıyor dehlizlerine varmaya.
Daldıkça derinleşiyor; derinleştikçe sonsuzlaşıyorsun.
Galaksiden galaksiye nasıl da uçuyorum tüm hiçliğimle. Bedenimi nerelerde bırakmışım, aklımı fikrimi kimlere satmışım bir tek sen farkındasın! Hiçleşiyor kendimden geçiyorum eserlerinin sonsuzluğunda. Hiç oluşlarımla coşuyor, yeniden sana koşuyorum. Nereye kadar sürüneceğim sana gelen yolda?
Dipsiz kuyularda boğulmak üzereyken; görünmez yerlerden bir el gönderiyor; çıkarıp alıyorsun beni düştüğüm yerden. Merhametin ısıtıyor ruhumu, yeniden doğuyorum ve sana doğru koşuyorum. Affına sığınıyorum her seferinde.
Ah! Nasıl bir doğuştur bu sana koşmalarımdaki anlarım! İşte o anda evrenin bilinmez köşelerinden yol buluyor hikmetlerin. Akıyor benliğime. Aktıkça zerrelerime ama, kıvranıyorum yine de sensizliğimle.
Ne bilsin senin kokunu almayan? Nasıl dillendirsin seni okumayan? Nasıl da koşuşturmaz can olan can, sana varan yollarda? Yerdeki karıncadan göklerdeki ulaşılmazlarda, görünenlerden görünmeyenlerde nasıl da aramaz seni, senin yoluna baş koyan? Kokuların sarmalamış yeri göğü. Renklerin boy salmış kara toprağın bağrından uçsuz bucaksız göklere…
Arıyorum soluksuz, dolanıyorum zamansız, Makân tuttum sana varan yerleri.
Kâh uykuda kâh ayakta. Dipsiz kuyulara düşüyorum. Çamurlara bulanıyor elim yüzüm. Sürünüyorum zifiri karanlığında bilinmezliğin. El yordamı ile ilerliyorum körü körüne. Yılmıyorum yine de! İnadına ve nefesten öte sayıklıyorum adını. Biliyorum duymaktasın yakarışlarımı, çırpınışlarımı, kıvranmalarımı ve bitmez sancılarımı…
De bana, nice badireler atlatmalıyım daha? İzin ver sığınayım kuytunda. Bir lokma, bir hırka yeter bu cana. Yeter ki aç gözlerimi! Göster gölgelerini bir bir. Aç gözümü gönlümü, bilmek isterim gizemlerini.
Şükran Günay’dan
Şükranca























