Saçlarımız üç numara, ayağımızda kara lastik, inekleri suyun önüne götürdük. Onlar otlarken, biz de suyun akarında oynayacaktık.
İnekleri nöbetleşe kollar ormana girmelerine engel olurduk. Bazen oynamaya dalar ve inekleri gözden kaçırırdık. İnekler ormana girerse bulmak zorlaşırdı. Çünkü hangi tarafa gittiğini bilemezdik.
Geçtiğimiz gün, arkadaş ineklerini kaybettiğinde akşam karanlığına kadar aradık. İnekler karanlığı fark edince, suyun yanına geldiler ve bizler de sevindik.
İneklerin kaybında çekilen sıkıntıdan dolayı nöbeti dikkatli tutmaya başladık. Nöbetçi arkadaşı suyun yanına koymuyorduk.
Suyun akarına doruğun kabuğundan çeşme yapıyorduk. Kimin çeşmesi daha çok su sesi çıkarırsa o kazanıyordu. Doruk kabuğundan oluğun altını oyuyor ve su birikintisi oluşturuyorduk. Böylece suyun oraya akmasıyla ses oluşuyordu.
Bazen de suyun akarını takip eder, ormana giren suyun farklı yönlerden gelen sularla yatağını derinleştirdiğini görürdük. Derinleşen su yatağını ormanın içlerine kadar takip ettiğimizde çok tipik bir şekilde kayanın üzerinden aşağı aktığını görürdük.
Kayadan düşen suyun kar eridiğinde çağlayan kadar çok olduğunu tahmin ediyorduk. Fark etmez, kulağımız yüzümüz ve ensemiz de güneşin hışmına uğrardı. İnekleri bağladıktan sonra da sakız aramak için, suyun yolunu takip ederdik. Suyun çok az da olsa kayadan aşağı düşüşünü görürdük.
Büyüklerle gittiğimiz de onlar gürgen ağacını budar ve inekler için, yaprak elde etmeye çalışırdı. Kara lastiklerimiz dala takılmazsa bir şey yok aksine yıpranırlardı. Giydiğimiz lastiklerin basit ve ilkel bir yapısı vardı.
İnekler olmadığında ormanda sakız arardık. Sakızdan sonra tekrar toplanır ve obanın yolunu tutardık. Bu arada güneşin yakıcı ışınlarının hedefi olurduk. Yanmayı gidermek için, yanan derimize, yoğurt sürerdik. Böylece acımızın gideceğine inanırdık.
Yıllar sonra, çocukluk arkadaşlarımızla obada buluştuk. Anılarımız belleğimizde daha dünkü gibi, canlıydı. Her gün oynadığımız suyun önüne inecektik. Arkadaşlara; ciddi bir tavırla “Kara lastikleriniz,” Dedim. Hepsi spor ayakkabılarına baktı. “Saçlarımız üç numaraydı,” derken herkes elini saçlarına attı.
Elimizle gayrı ihtiyari saçımızı parmaklarımızla taramaya kalktık. Kardeşimle göz göze geldik ve parmaklarımıza saç gelmemişti. Kimsede saç kalmamıştı. Buna göre durumu bilesiniz, dedim.
Suyun önüne geçtik. Doruktan yapılmış oluğun güzelliği gitmiş ve su betona girmişti. Çeşmeye musluk takmışlar. Akarını eşmişler ve ineklere içme yalağı yapmışlar.
Suyun akarını takip ettik ve çağlayan yaptığı kayaya kadar gittik.
Ortak kanaatimiz pişman olduk, meğer anılarımız beynimizdeymiş. Çocukluğumuzun doğallığından hiçbir eser, kalmamıştı. Kırılmak bir işe yaramadı ama çok üzgün olarak obayı terk ettik. Çocukluk arkadaşlarımızdan bir kaçı da hayatta değildiler.
Yaşantıdaki değişim, inanılır gibi değildi.
Hasan TANRIVERDİ