Köfteci, orta boylu ve buğday tenliydi. Sert yüz kemiklerini kırçıl sakalı kapatıyordu. Yıllara adeta meydan okuyan, ihtiyar delikanlıydı. Köfteci tez canlı ve hareketleri aktifti.
Beyaz önlüğünü beline sıkıca bağlamış ve kollarını üzerine katlamıştı. Önlüğünün ceplerinde her an kullanacağı eşyalar sarkıyordu. Başındaki aşçı şapkası ve omuzuna astığı havlusuyla, tam bir mutfak elemanıydı. Kadife pantolonu, ayağındaki potları kapatmıyordu.
Köftesini pişirdiği kenarları tahta arabası ve mutfak masası gibi temizdi. Elindeki beziyle devamlı arabanın önünü siliyordu. Arabanın çevresi de odası gibi temizdi. Yeraltı geçidinin önünü mekân tutmuş, çalışkan insana örnek teşkil ediyordu.
Yağmur, kar ve soğuk dinlemez, müşterisine, sevenlerine köfte ekmek yetiştirirdi. Gelip geçene aldırmaz ve her an yeni bir karnı acıkan gelecekmiş gibi, avcı gibi tetikteydi.
Köfteci dayı, “İnsanlar en iyiye layıktır.” Diyordu.
Okula giderken, köfte ekmeğimizi almasak, dersleri iyi dinleyemez ve mutsuz olurduk.
Arabanın yanında ekmek sandığı görevi yapan, sac levhadan yapılmış, ambarı vardı. Bu sayede ekmeksiz kalmazdı. Ön tarafta da soğan, biber ve domates kesmeye yarayan tahtası yer alırdı. Araba ve yanlarını örten güzel bir çatısı vardı. Çatı sağlam bir bezden yapılmıştı.
Köfteci dayını ayağının altında körüğe hava veren pedal sayesinde kömürü kor hâline getiren sistem dikkati çekiyordu. Seyyar arabada köfte pişiren, bir şahıs değil sanki özel mutfağa sahip bir işletmeciydi.
Kullandığı malzemeler kaliteliydi. Hiçbir şekilde yapacağını geçiştirmez, hakkını verirdi.
Közlerin üzerinde yağın kaynadığı ve köfteyi pişirdiği tepsiden çıkan, duman ve yayılan koku, insanın üzerine sindiğinde bir günde çıkmıyordu. Köfteciye yaklaştığımızda duman ve yağ kokusu burun direğimizi yerinden oynatıyordu.
Müşterisi yarım ekmek ve köfteyi, soğan, biber ve domatesiyle öyle iştahlı yiyordu ki, onun şahsında kendimizi görüyorduk. Koluna aşağı sızan yağ, bu kadar da olmaz dedirtiyordu. Arkadaşlarla bizde böyle miyiz, diye gülüp geçiyorduk.
Arabanın önünde kızarmış parmaklarıyla, alışkanlık hâline getirdiği maharetli hareketini sergilerken, onu takip etmemek mümkün değildi.
“Buyurun, hemen taze taze” diye kelimeleri sıralardı. Sandaldaki balıkçılarla kıyasladığımızda köfteciyi daha başarılı buluyorduk. Çünkü imkânları belliydi. Yanmayan kömürlerini odun parçalarıyla tutuştururdu. Sonra körüğünü kullanırdı.
Müşteriyle para alışverişinden sonra daha sakin çalışırdı. “Buyurun, hemen taze taze” daha sessiz ve sakin söylerdi.
Önceden ekmeği böler, içine yalnız köftenin konması kalırdı. Öylece durur ve geleni hiç bekletmemiş olurdu. Ekmek içine istediğini bol kayardı. Özellikle arkadaşımın isteğini yerine getirir, bize onu taklit fırsatı verirdi.
Her zaman ki, isteğimiz ekmek arasını hazırlarken, saç ve sakalı karışmış, üstü başı dökük bir yaşlı adam arabaya yaklaştı. Arkadaşlardan biri biz bekleriz, bu yaşlıyı gönder dedi. Adam öyle hırpaniydi ki, inanılmazdı. Doğal olarak kokuyordu ayrı bir konu. Köfteci hemen ekmeğini verdi ve gönderdi. “Veren el, alan elden evladır.” Dedi.
Yeraltı çarşısından geçtiğim bir gün, köfteci dayıyı yerinde göremedim. Garibime gitti. İki yarım ekmek alır arkadaşla yerdik diye düşünmüştüm. Karşıdaki dükkâna sordum. Arabasına çarpmışlar, yuvarlanmış ve parçalanmış.
Okula her gidişimizde, gözlerimiz köfteci dayıyı arasa da bulamıyorduk. Çoğu zaman bu işkenceyi çekeceğimize karşı taraftan gidiyorduk. Karşı taraftan gittiğimiz bir gün, köfteci dayıyı arabasının başında gördük. Yolun karşısına geçtik ve arabaya koştuk.
Felâketin işe yaradığına şahit olduk. Çünkü köfteci arabasını yenilemiş ve biraz daha büyük hâle getirmişti. Her tarafını cam yapmıştı. Cam dolaplar, depo yeri cam ve tüplü ocak koymuştu. Bıçak çatal ve kaşıklar görüntü için şahane bir şekil almıştı.
Önlüğü, önlüğün kolları ve şapkasının asaleti. Tam bir lokanta aşçı başısın gibi olmuş.
Temiz ve dürüst çalışanın azminin önünde kimse duramaz.
Hasan TANRIVERDİ