Türkiye’de ne yazık ki sürü zihniyeti her alanda kendisini gösteriyor. Özellikle akademide benimsenen metod mutlak kabul ediliyor. Eğer benim akademik çalışma yapma isteğim olsaydı neden kendi başıma kitap yazayım? Akademik dergiler var, tezler var, zaten tonlarca makale, dergi, kitap yazılmış, onlara uyup devam ederdim.
Genelde kitaplara bakıldığı zaman dipnot trafiği, kaynakçalar, modern analizler almış başını gidiyor. Bir de yazarın kendini kanıtlama ihtiyacı var. O nedenle bir sürü gereksiz analiz. Yemin edebilirim ki kendilerinin bile anlamadığı, ne dediğini bilmeyen yığınca yazar var. Sırf anlaşılmamak, yüksek görünmek için beyin ütülüyorlar. Ben şahsen bir kitabı elime alırım, yararlı bilgileri okuduktan sonra gereksiz fantezileri okumayı bir kenara atarım.
Üstelik bilinen bir konuyu kırk defa tekrar edince haklı olduklarını düşünüyorlar. Ya da üç tane kaynak gösterip, dört tane de çağdaş okuma gösterince haklı oldukları hissini uyandırıyorlar. Bunların hepsi boş işler.
Bana gelince…
Ben bir konuyu bir defa anlatırım. Bir fikri de. Bir cümleyi bir defa tekrarlarım. Eğer okuyucu anlama özürlü değilse zaten konuyu anlar. Okuyucu seviyesini yükseltmeli, neden okuyucumu ikna etme isteğim olsun?
Kitaplarımda kendime ait olmayan ama benim benimsediğim fikirleri de olduğu gibi alıntılarım. Başkası daha önce benim ulaştığım bir düşünceye varmışsa, onu alıntılarım. Hava atmak için kendime ait göstermem. Bu da şöyle toyca bir eleştiriye neden oluyor: kendi fikrin yok mu ya da neden her taraftan bir şey alıyorsun? Ben bir tarafta Çin kaynaklarından, diğer tarafta Hint kaynaklarına inerim ve okuyucu hep diğer kitaplarda bilinen kaynakları kullandıkları için illa belli bir zaman, din ve coğrafyadan adam istiyor ki bu çocukça bir yaklaşımdır. İnsanlık tarihi bir bütündür. Hitler bile olsa, güzel bir düşüncesi varsa alırım. Bana ne onun kirli zihniyetinden? Bana diyorlar ki yok alıntı yaptığın herkesi eleştir, yanlışlarını belirt. Ben Tanrı değilim ki önüne gelen adamı analiz edeyim. Ben sadece güzeli alırım. İnsanların yanlışlarını sıralamaya kalksam ciltler yetmez. Zaten kitaplar, makaleler bu tür şeylerle dolu.
Ülkemizde konu ve başlık tapıcılığı var. Bir başlık açmışsan ona koyun gibi uyacaksın. Ben ne kitap ismine, ne de başlığa bakarım. Ana konuyu belirledikten sonra serbestçe ve özgürce konuşurum. Zaten bu tür sıkıcı ve güdücü kitaplar yüzünden rezil bir entellektüel kesim yetişiyor. Yöntem tapıcıları bunlar. Sırf kitap olsun, torba dolsun diye yazanlar, konu hakkında ne varsa toplayıp heybe gibi dolduruyorlar. Ben otururum ve özgürce yazarım, farkım bu. Anlayan anlar, anlamayan anlamaz, sana zorla mı kitap okutacağız. Bana dahi diyen de var, yerin dibine geçiren de. Ne uğraşam sefih insanlarla. Yazdığım kadar bile okusa level atlar. İlk kitabım 18 yaşımda basıldı. 15 yaşımda yazmaya başladım. 13 yaşımda kitap okumaya başladım. Bu işi bilse bilse yine ben bilirim.
Şu an bu kadar yeter.