Bir yılan gibi önümüzde uzayan yolda, içimizde taşıdığımız Akrebin zehriyle yol alıyoruz. Zamana endeksli herşey, yapacağımız hiçbir görevi unutmazken kendimizi yaşamayı unutuyoruz. Yelkovanla Akrebin dansı durduğunda bitecek herşey, öldüğümüzü farkettmeyeceğiz, yaşadığımızı farkedemediğimiz gibi.
Ölüm, yolun sonunda bizleri bekleyen varış noktası iken kendimizi herşeyin üstünde nasıl görebiliyoruz. Kendimizi dünyanın merkezine oturtup kendimiz dışındakileri yok sayabiliyoruz. Bu bir kabus olmalı gerçeklikten kopuk yaşamak insanlığa büyük zararlar veriyor ve biz üç maymunları oynuyoruz. Bugün büyük iștahla istediğimizin yarın yüzüne bile bakmıyoruz. Robotların bile sahibine bağlılıkları varken biz bu bağın ne olduğunu, neler hissettirdiğini unuttuk. Örneğin parmak iziyle açılan cep telefonları, kapılar v.b. sahibinden başka parmak izini kabul etmezken, insanlar bugün “kalbimsin” dediğine yarın hiç düşünmeden hadi s.ktir çekebiliyor
Bir yalnızlık bir diğerine hiçbir şekilde eș gelmiyor. Kimileri hayal kırıklıklarıyla bir kuyuya çekilip yaşarken kimileri de bencilliğinden seçiyor yalnızlığı.
Artık, nefeslerimiz bile yalnızlık kokuyor, gözlerimiz yalnız bakıyor. Ciddiye almadığımız bu durum karşısında kendimizi hayatın maratonuna kaptırıp bir nevii bu karmaşa içinde kendimizi unutup kaybolmuş olsak dahi ciddi anlamda anlamsız bir döngünün içinde çürüyoruz. Dönüp aynaya baktığımızda yalnızlığımızı kutsamış olduğumuzun az da olsa farkına varıyoruz. Yüzümüzdeki çizgiler, donuk bakışlar, hiçbir sevinç ibaresi taşımayan gözbebeklerimiz…
Doğamızın akışına ters yaşıyoruz!
Kapitalizm bizi geçmişte bir arada tutmaya çalışırken, yani; tüketici toplumunu, belirlediği hedefe yönlendirebileceği insan sürüsü demek oluyordu bu, aynı zamanda kendi içinde ayrıştırma, ötekileştirme de yapabileceği… Șimdi; gelecek için farklı tüketici toplumlar yaratmanın peşinde olabilir mi. Yalnızlıktan çıldırmış insanları mutlu etmeye yönelik yeni pazarlar kuruyor olabilirler mi. Sanal mutluluklar…
Șu an keyfini çıkardığımız teknoloji çağı, lüks hayatlar, konforlu yaşam ve buralara gelme sürecimiz kanlı bir tarihin üzerine kurulmuş bir medeniyet iken durup düşünüyor muyuz. Altın madenleri, petrol yatakları, değerli maden kaynakları ve bunları elde etmek için Avrupan’ın kıtalar üzerinde kurduğu hakimiyeti, bilim adına araştırma ve gelişme adı altında yapılan sinsi planlarının ne acılara sebeb olduğunu hiç düşündük mú. Avusturalya, Amerika, Afrika kıtalarının yerli halklarını köleleștirip ve sonrasında da yaptıkları soykırımların bugün vardığımız noktada bir önemi yok mu. Krallıkların işlediği onca doğa katliamlarının ve insanlık suçlarının hesabı neden sorulmaz veya üzerinde neden düşünülmez. Bir noktadan sonra Krallıkları yöneten, borçlandıran da kapitalizmin kendisiydi ve o korkunç canavar şimdi insanlığı tek tek yanlızlaștırdı. Bizim için yeni planları, yeni pazarları olan kapitalizme hayır diyecek kapasitede değil miyiz? En başta antidepresan ilaçlarla, yediğimiz içtiğimiz herşeyle bizi zehirliyorlar ve biz uyuyoruz ki; düzene uyum sağlıyoruz!
Fanatik şekilde kendimizi kaptırdığımız ideolojiler, inançlar kapitalizmin insanları bir arada tutup sömürmek için önüne attığı zehirli yemlerdi. Kapitalizm asırlar boyu bu sömürüden büyük kazançlar elde etti. Bu yemler yavaş yavaş çürüme yüz tuttunca kâr elde etmenin başka yollarını aradı ve yeni buluşu teknoloji oldu! En sonunda fanatik yalnızlığa esir ettiği insanlıktan teknolojiye bağımlı kitleler oluşturmayı başardı sayılır.
Kendi doğamıza ihanet ede ede robatlardan bir farkımız kalmadı. Çok yakın bir zamanda yazmak diye birşey olamayacak, kitap da…
Kapitalizm insanlığı güden çoban… Asırlardır insan sürüsünü uyutuyor.
Yalnızlık yozlașmaktır, uyansak mı?
Yoksa, kapitalizmin ekmeğine yağ sürmeye devam etmekten başka çaremiz yok mu?
Vaha Sahra