Sen gidince içimde bir boşluk doğdu.
Bu boşluğu doldurmak için
tabiatın kucağına attım kendimi.
Çalıların arasından bir çiçek kopardım.
Senim gibi kokmuyordu.
Sonra sahile indim.
Dalgalara vuran sesini dinlemek istedim.
Gözlerinin rengine benziyordu
denizin mavisi.
Baktım uzun uzun.
Deniz çok engindi
ama seninki kadar tatlı değildi.
“Kır Çiçeği” İsimli bir kitap vardı elimde.
Okudukça seni daha çok hatırlıyor,
içimdeki boşluk daha çok genişliyordu.
Bıraktım okumayı.
Kedilerle, karıncalarla, köpeklerle konuştum.
Hiç bir şey söylemediler.
Kırlangıçlar geçiyordu gökyüzünden.
Sana selam gönderdim.
Sonra bir bayrak dalgalanıyordu.
Hızla yürüdüm, dibine oturdum.
Elimi başıma verdim.
Kara Fatmayı, Nene Hatunu, Şerife Bacıyı düşündüm.
Bu toprağın altında yatan
milyonlarca kefensiz yatan şehitleri düşündüm.
Ben ayrıldım tekrar buluşurum.
Ama Nene Hatun beşikte bebeğini bırakıp,
mavzerini beline takıp,
vatan savunmasına giderken,
bebeğini düşünmedi.
Vatan olmazsa bebekte olmaz dedi.
Bu bayrak dalgalanmazsa
namusta olmaz, şerefte olmaz dedi.
Ben her şeyimi dalgalanan al bayrağıma
ve onun için savaşanlara borçluyum.
Sen sadece zor zamanlarda değil
bunaldığım zamanlarda
tatlı tatlı estirdiğin rüzgarınla
içimdeki boşluğumu dolduran nefesimsin.
“Tarihim, şerefim, şiirim, her şeyimsin.
Yer yüzünden yer beğen
Nereye dikilmek istersen söyle,
Seni oraya dikeyim.”





















