Soluk bir surat, içe batmış gözler ve sivri burnuyla esrarengiz bir görüntü veriyordu. Başındaki şapka ona masum özelliği sağlamıyordu. İlk gören sokağa düşmüş, bir intibahına kapılıyordu. Soluk suratlı çocuk, özel giyiniyordu. Elindeki defteri yuvarlar ve mikrofonmuş gibi türkü söylerdi.
Evdekileri rahatsız etmeden, sesini inceltip gürleştirerek nutuk atardı. Peşinden kendini alkışlar ve el kol hareketleriyle de desteklerdi.
Filozoflardan arkadaşlarıymış gibi düşüncelerinden örnekler verirdi. Dışarıya çıkmamasını kendini koruduğunu zannedenler, onu deniz kenarında yağmur altında gördüklerinde, “Yazık kafayı yedi,” derlerdi.
Dışarıda yağmurun başından geçmesini isterdi. Sorduklarında; “Düşlerimi yaşamayı arzu ediyorum,” derdi. Çoğu zaman, odasında kitaplarıyla baş başa kalıyordu. Yazdıklarını kimseye göstermezdi. Annesi söylemese yemek yemeyi de unuturdu.
Okulu açılıyor diye seviniyordu. “Öğretmenlerimden çok şey öğreniyorum,” derdi.
Okulda “Filozof çocuk” adıyla çağrılıyordu. Değişik düşünür, açıklamalarını farklı bulan veya anlamayan da oluyordu.
Bilimsel çalışmalarda çok geri olduğumuzu, onun için çağın gerisinde yol aldığımızı söylerdi. “Çağın gerisi demek, ileri seviyeli toplumların pazarı durumundayız demektir,” derdi.
Demokrasiye inanmayanlar, çağı geriden takip ederler. Kendini takdir etmeyenleri terörle veya kendilerine karşı olmakla suçlarlar. Başarıyı yakalamada da hiç niyetleri yoktur.
Filozof çocuk, yurt dışında doktora yapmış ve yurda dönmüştü. İnsan psikolojisi üzerine çalışmıştı. Ete kemiğe bürünen insanların bilmeden psikolojik olarak büyük laflar ettiğini ve bu laflarında hiçbir işe yaramadığını belirtiyordu.
Üniversitede göreve başlayan filozof, mesajları okumuyordu. Ders konuları dışında başka bir şeyle ilgilenmiyordu.
Ülkede verimliliğin bilinmediğini söylüyordu. Öğrencinin de verimliliği bilmesi gerektiğini çalışmalarını ona göre yapmasını söylüyordu.
Çünkü verimlilik aklı kullanmaktır, diyordu.
Hasan TANRIVERDİ