Emekli olana kadar da toprağının başındaydı. Emekli olduğunda bir atılım yapmak istedi. Ürettiği ürünlerini, komşularıyla birleştirip satmayı düşündü.
Amca memurluktan emekliydi. Çalışmayı seven bir tipti. Amca; orta boylu, hafif çekik gözlü, asık suratlı ve saçları dökülmüştü. “Toprak benim her şeyim, ondan ayrılmam mümkün değil,” Derken, gözlerinin içi gülüyordu. Derisi kırışmış, yaşlılık emaresi ortaya çıkmıştı.
Komşularıyla birlikte ürettikleri sebze ve meyveyi manav dükkânı açıp orada satacaktı. Böylece üreticiden doğrudan şehirliye ulaşacaktı. “Üreticiden memura” herkesin organik ürün ile beslenmesini sağlayacağım diyordu.
Yaş sebze ve meyvenin risklerini kimseye sormamıştı. Gelişi güzel hesaplarla işe girişmişti. Ayrıca iş yeri açmanın devlete olan ilişkisini bilmiyordu. Kaç çeşit verginin geleceğini düşünemezdi.
Arkadaşları “Hayırlı olsun” diyorlardı ama ağız burun eğiyorlardı. Biri de çıkıp soruşturdun mu? Bugün bir işletme açmanın zorluğu çoktur dememişti. Manav amca, büyük bir yer tutmuştu. Bu kadar büyük yere ne gerek vardı. Acemi davranışlar, manav amcaya hâkimdi. Satacağın belirli ürünler bu kadar dükkâna gerek var mıydı? Kirası yüksekti, ay dediğin hemen geliyordu. Kira ödenmek zorundaydı. Bir el arabasıyla işini görürdün, dediğimde hiç dinlemedi.
Sattıkların sebze ve meyvenin çoğu komşularındı. Belirli günler gelsin yardım etsinler onu da istemiyordu. Ayrıca ürünlerin nakliyesi vardı. Bir sürü para tutuyordu.
Ürettikleri; domates, salatalık, fasulye, kabak, patlıcan, marul, maydanoz ve lahana sebze cinsleriydi. Meyvelerden ise; kiraz, karayemiş, erik ve elma da meyve çeşitleriydi. Sezonda sebze ve meyveler çok üretildiği için, ucuza gidiyordu. Komşularına bir liradan saydığı ürünü iki liradan satıyordu. Ne demişler, dilenci yufka yüreklinin önünde arsızlaşır.
Emekli manav amca, bir ay satışlardan memnundu. Çünkü toprağının ürünüydü ve de ucuza satıyordu. Ay sonunda ürünleri bitti. Bundan sonra ne yapacaktı. Ne bulup da ne satacaktı. Satmaya ürün bulamayınca ne yapacaktı. Toptancının çok alanla az alana fiyatı aynı değildi. Onun için büyük manavlarla mücadele etmenin zorluğunu bizzat yaşamaya başladı. Manav amca önünü görmeden adımını atıyordu.
Manav amca kendi kendine çırpınıyor ama işin gidişatı çok farklıydı. Ayakları yere değmeye başladı. Kendi ürünlerini temin edeceğin bir el arabasında satarsın, dediğimde bana hiç bakmamıştı. Amca sana bu aklı kim verdi ise çıkış yolunu da göstersin de kurtar. Dediğimde kafa sallıyordu. Müşteri kendi alırsa seçeceğini düşünmüyordu. Sonuçta seçilmiş olan kalıntıları başkası almıyordu. İşte ucuz yoldan birine veriyordu. Böylece zarar etmeler başlamıştı.
Manav amca, toptancıdan aldığı, sebze ve meyveleri doğru dürüst satamamaya başladı. Kira da gelmişti. İlk altı ay güzel geçti fakat durum kötüye gidiyordu. Meyveler bahçeden alındığı gibi taze değildi. Gönül rahatlığı içinde taze diyemiyordu. Dolayısı ile alan da olmuyordu. Manav amca, sinekten bile medet umuyordu.
Emekli amca karpuz satmayı düşündü. Karpuza girme, yerli karpuz çıksın, piyasa doysun o zaman ucuz alır ve ucuz satarsın demişler se de maalesef amca almış ve karpuzlarda iyi çıkmayınca elinde kalmış ve amca büyük manavlara devralın dükkânımı diye adeta yalvarmış.
Çünkü karpuzlar elimden çıksın diye aldığının yarı fiyatına satmaya kalkmış ve büyük manav ondan daha ucuza vermiş ve yine karpuz satamamış. “Ticaret önüne gelen evrakı imzalamak” değildir. Bilgi ve becerinin yanında deneyim ister dediğinde kızıyordu. Ne derler, cahil yolda bile yampiri gider.
Bir ay sonra manav amcayı balık satıcısının yanında, çökmüş hâlde gördüm. Selam verdim. Hâl hatır sordum. Balıkçı açıkladı ve amcanın bıraktığını söyledi. Balıkçı arkadaş, sorsaydı kesinlikle açtırmazdım. Güneş varken yıldız görünmez, dedi. Yalnız benim için, doğru söyledi bu işe girme dedi. Kimseye de sormadım, herkes beni karşıdan izlemekle yetindi.
Arkadaş, bir tahta bavul içinde incik boncuk sattıracağım. Maliyeciler geldiğinde kapatır, gittiğinde ise açar dedi. Sattığının kârı da ona kalır dedi.
“Yanlış yapan kendinden başka herkesi suçlar,” dedim.