Tartışma : Bilgi Sorunu ve Filozofun Ozanlarla Söyleşisi (I)
Felsefe, var olanlar üzerine düşünmektir. Ancak bu tür düşünme rastgele değildir; disiplinlidir, sistemlidir, akıl ilkelerine dayanır ve kendi içinde tutarlıdır. Bu nedenle felsefe “var olanlar üzerine yöntemli bir düşünme etkinliği” olarak da tanımlanmıştır. (Gökberk, 8)
Bugüne dek elde edilen yazılı kaynaklara göre ilk filozoflar MÖ 6. Yüzyılda ortaya çıkmıştır. Ülkemizin Ege bölgesini de içine alan verimli topraklarda Eski Yunan Uygarlığı oluşmuştur. Bu dönemde insanlar; beslenme, barınma, korunma gibi temel gereksinimlerini kısmen de olsa giderdikten sonra, çevrelerinde var olanlarla daha bilinçli ve sistemli olarak ilgilenmeye başlamışlardır. Böylece edebiyat, tiyatro, mimari gibi sanat alanında; tıp, fizik, biyoloji , toplum, devlet, insan gibi doğal ve toplumsal bilimler alanında; mantık, matematik gibi formel (biçimsel, düşünsel, zihinsel) alanlarda önemli bilgiler, yapıtlar ortaya konulmuştur. Yüzyıllar sonra bağımsız birer disiplin hâline gelen bu alanlar; akıl ilkelerine dayanan özgür, bağımsız, eleştirel, disiplinli ve sistemli düşünme etkinliği olan felsefenin kapsamında idi. Doğaldır ki felsefe alanındaki ilk önemli bilgiler, yapıtlar, felsefenin ana konuları ve bu konuları sistemli olarak ele alan ilk büyük filozoflar Eski Yunan Uygarlığı döneminde ortaya çıktı.
Doğa ile ilgilenen ve “Arkhe nedir?” diyerek varlığın temelinde var olduğunu kabul ettikleri ana maddeyi araştıran ilk filozoflar felsefenin ilk ana konusu (problem alanı) olan “varlık felsefesi”nin öncüsü oldular. Varlığın ana maddesinin su, ateş, atom, hava ve benzeri maddi cinsten olduğunu savunan bu filozoflar felsefe tarihinde “doğa filozofları” olarak adlandırıldı.
İnsan ve bilgi sorunu ile ilgilenen filozoflar “Bilgi nedir?”, “Bilginin kaynağı nedir?”, “Bilgi mümkün müdür?” gibi sorulara yanıt aradılar ve felsefenin ikinci ana alanı olan “bilgi felsefesi”nin öncüsü oldular. Gerçeğin bilgisine ulaşılmayacağını savunarak bilgi konusunda kuşkucu bir tutum sergileyen, para karşılığında ders vermeleri nedeniyle o dönemde yadırganan ve “gezgin filozoflar” olarak da bilinen bu filozoflar grubuna “sofistler” adı verildi.
Varlık ve bilgi alanından sonra “değerler” sorunu ile ilgilenen filozoflar, felsefenin üçüncü ana konusu olan “ahlak felsefesi”nin oluşmasını sağladılar. Sofist filozoflardan biri olan ve tüm felsefe tarihinin ilk büyük filozofu olarak kabul edilen Sokrates (MÖ 469-399) ahlak felsefesinin öncüsü kabul edildi. Ahlak felsefesi insanın yaşamında temel erdemlerin neler olduğunu araştırır, insanın davranışlarında temele almak zorunda olduğu ilkeleri konu edinir, insan davranışlarını olması gerekene ve ideal olana göre değerlendirir. Sokrates adalet, cesaret, erdemlilik gibi konular üzerinde durmuş, ölünceye dek tüm insanlık için geçerli olan evrensel değerleri araştırmış, insanlara bilgeliğin ve erdemli bir yaşamın her şeyden önce geldiğini öğretmeye çalışmıştır. (Cevizci, 11)
Yazılı eseri olmayan Sokrates’in görüşleri, öğrencileri ve özellikle Platon (MÖ 427-347) tarafından aktarılmıştır. Platon’un yazdığı “Sokrates’in Savunması” adlı eserde; Sokrates’in, kentin Tanrılarına inanmayışı ve gençlerin ahlakını bozması gerekçesiyle suçlanışı, Atina Demokrasisi tarafından yargılanışı ve cezalandırılması konu edinilir. Sokrates’e yöneltilen suçlamanın özü şudur: “Yeraltında, gökyüzünde olup bitenleri araştırıyor açıkça, eğriyi doğru diye gösteriyor, başkalarına da kendisi gibi olmalarını öğretiyor.” (Platon, 9)
MÖ 403 yılında Atina Demokrasisi yeniden yapılanma sürecine girmiştir. Farklı kesimlerden Atinalılar, Atina-Sparta arasındaki Peloponez Savaşı ve sonrasında binlerce insanın öldürülmesi veya sürgün edilmesi sonucunda genç nüfusunu kaybetmiş ve salgınlarla boğuşan kenti tekrar inşaa edebilmek için birlikte çalışmaya başlamışlardır. Bu amaçla kentin yasaları revize edilmiştir. Böyle bir dönemde felsefe yapmayı yaşam tarzı olarak benimseyen Sokrates; soruları, eski hikmetleri bazen denetleyen bazen çürüten sorgulayıcılığı ve Atina’nın önde gelenlerine yönelttiği eleştirileri ile birçok düşman kazanmıştır. Bu koşullarda yapılan yargılama sürecinde Sokrates, özür dilemez veya pişmanlık göstermez. Sadece inandığı değerler doğrultusunda savunmasını yapar. Görüşlerinden ödün vermez, savunmasını, tüm yaşamı boyunca benimsediği temel felsefi görüşlerine dayandırır.
Sokrates; kendimizi ve yaşamı sorgulamamıza ve tanımamıza yardımcı olan öğretileri, savunmasının akışı içinde bize sunmaktadır. Bu öğretilerden belki de en önemlisini, “Sorgulanmayan yaşam, yaşamaya değmez.” sözü ile ortaya koyar. Sokrates’e göre, sorgulanmamış bir hayat süren insanların yaşamı, kendi ellerinde ya da kendi kontrollerinde değildir. Bu ilke, felsefede “değerler (ahlak)” alanı ile ilgilidir.
Sokrates’in dayandığı bir diğer önemli öğreti felsefede bilgi alanı (bilginin kaynağı ve bilginin değeri) ile ilgilidir. Sokrates, bilgi konusunda şunları söyler: “Bilgi erdemdir.”, “Hiç kimse bilerek kötülük yapmaz.”, “Eğer ben tek bir şey biliyorsam o da hiçbir şey bilmediğimdir.”, “Ben bilmediğimi bildiğim için diğer insanlardan farklıyım.”
Sokrates’e göre bilgi, herhangi bir bilgi değildir. Varlığın temelinde hangi maddi nedenlerin bulunduğunu bilmek çok büyük önem taşımaz. Sokrates’in sözünü ettiği ve insanın ahlaklı olabilmesinin zorunlu koşulu olarak gördüğü bilgi, ahlaki doğruların ve erdemlerin bilgisidir. Bu erdemler ise dürüstlük, adalet, iyilik gibi erdemlerdir. Erdemlerin bilgisi, deney ya da tecrübe yoluyla kazanılmaz. Bu bilgi doğuştandır. Yani insan dünyaya bu bilgi ile gelir. Fakat bu bilginin anımsanması, bilinç yüzeyine çıkarılması gerekir. Bunun için Sokrates yeni bir yöntem (diyalektik yöntem) önerir. (Cevizci, 31)
Sokrates, ahlaki kavramların veya doğruların, insanların ruhunda gizli olarak bulunduğuna inanır. Filozofun görevi bu doğruları ortaya çıkartmaktır. O halde ahlaklılık bir bilgi sorunudur ve bu bilgiyi elde etmek ahlaklılığın en önemli adımını oluşturur. Öte yandan bilgi, insanı erdemli kıldığı gibi, erdemli davranmak da insanı mutlu eder. Bilgi, en büyük mutluluktur. Eğer ahlak bir bilgi ise o zaman ahlaksızlık da bir bilgisizlik olacaktır. Bu durumda hiç kimsenin bilerek kötülük yapmasına imkan yoktur. Sonuç olarak Sokrates, bütün insanlar için ortak, evrensel ve nesnel birtakım ahlaki doğruların olduğunu ileri süren ilk filozoftur. (Arslan, 116)