İKİ GÜVERCİN
Düşündüm ki, bugünün anlamını taşıyacak bir anı yazımı kaleme almam, daha yerinde olacaktı…
Oğlum ilkokul 4.sınıfa gidiyordu. Her 23 nisan çocuk bayramında ona mutlaka hediye alır, çocuk şenliklerinin yapıldığı, panayır ve sergilerinin kurulduğu İstanbul Gülhane’ de bulunan o büyük parka götürürdüm.
İlk kez o yıl götüremeyecektim. Nedeniyse yeni taşındığımız evimizin uzaklığı idi.
Üç araçla ancak o parka gidilebilirdi. İstanbul gibi koca bir şehirde iç trafik felaketti. Göze alamamıştık.
Küçük oğluma hediyesini verirken, yakınımızda bulunan mesire alanına ailece pikniğe gitmiştik.
Oğlum bayramdan bir gün öncesinden hediyesini almıştı.
Sevinç ve coşkuyla hediye paketinin ambalajını yırtmıştı. Paketten o yıl ilk kez gün yüzüne çıkmış, Kültür Bakanlığı yayınlarından 6 adet özel çizilmiş, resimli çocuk dergisi çıkmıştı.
O gün küçük oğlum, belli ki hediye pakatinden oyuncak çıkmayınca hayal kırıklığı yaşamıştı.
Gözlerindeki o coşku ateşini yeniden yakmak için dergilerden birini elime aldım:
” Gel bak, sana ne göstereceğim?Yurdumuzu düşmanlardan kurtaran Atatürk’ün hiçbir yerde göremeyeceğin resimlerle çizilmiş çok güzel bir dergisi. Onun çocukluğunda yaşadığı bir anısını birlikte okuyalım mı seninle? Ne dersin?..”
Hediye beklentisi olan oğlum istemeye istemeye yanıma gelmişti. O gün şuna emindim ki, dergide gözlerimden yaşlar akıtan gerçek hikayeyi çizgi resimli olarak okuyunca; oğlumun yüzünde sönen o ifade yeniden coşkuya dönüşecekti.
Öyle de olmuştu.
Resimli dergideki hikaye kısaca şöyle resmedilmişti:
…Annesi Zübeyde Hanımla birlikte küçük Mustafa Selanik’te yaşadıkları mahallenin semt pazarına giderler.
Zübeyde Hanım oğluyla pazarda dolaşırken bir ara tezgâhlardaki ürünlere öyle dalmıştır ki, oğlunun yanında olmadığını fark etmemiştir bile…
Oğlunu yanında göremeyince panikler. Pazarda sağa sola koşar. Endişe içinde arar oğlunu. Bulamaz. Gözleri yaşlı pazarın çıkışına ulaşır. Aa, bir de ne görsün! Küçük Mustafa’sı, biricik oğlu; pazarın tam çıkışında yaşlı bir kuş ve yem satıcısının yanında görür.
Hışımla yaklaşır oğluna. Tam azarlayacaktır ki, kuş satıcısı ile konuşmaları dikkatini çekmiştir. Susup, onları dinler.
Yaşlı kuş satıcısı:
” Paran yetmiyorsa bir güvercin al oğlum. Bak yem ve kafesi de sana hediye vereceğim.”
Küçük Mustafa:
” Olmaz efendim. Ben her iki güvercini de almak istiyorum. Yem kalsın.”
Onlar, oldu olmadı pazarlığını yaparlarken, araya Zübeyde Hanım girer:
” Oğlum, bütün iki hafta yemedin, içmedin…O biriktirmiş olduğun okul harçlığını, şu bir çift güvercine mi harcıyacaksın?”
” Anneciğim evet. Lütfen bana engel olma. Çok istiyorum. Lütfenn…”
Anne çocuğunun kızaran gözlerine bakınca, onun gök mavisi gözlerinin yaşardığını görür. Çaresiz susar.
” Ama oğlum…”
Yaşlı kuş satıcısının ibadi kırılmıştır:
” Tamam gel…Sana her iki güvercini 6 mecidiyeye vereceğim. Zaten akşam olmak üzere. Ben de evime gitmeliyim.”
Küçük Mustafa sevinçle zıplar.
…
Hikâyenin tam can alıcı sayfasına gelmiştim ki, oğluma başımı çevirdim. Hayret ettim. İlk kez sıkılmamıştı. Ve ilk kez ilgiyle dinliyordu. O iri gözleri elimdeki resimli çocuk dergisine pür dikkat kesilmişti.
” Nasıl, beğendin değil mi?”
” Sonra…Hadi oku, sonra ne yapmış o kuşları?”
Sabırsız bir ifadeyle elimdeki derginin sayfalarını çevirmek istemişti.
Ben de dergiyi kapatıp televizyonun üzerine koymuştum.
Böylece biraz oyun oynamak, oğlumun merakını daha da kışkırtmak istemiştim.
Kızmıştı. Bakışlarındaki o çocuksu, ısrarcı öfkeyi görünce gülümsemiştim.
” Hikâyenin geri kalan kısmını sen oku da ben dinleyeyim. Ağzım kurudu. Seninle bir bardak limonata içelim mi, oğlum?”
Oy oyy, öfkesini severim ben onun.
” Olmaz. Ben önce hikayeyi okuyacağım.”
Bir hamle ile dergiye ulaştı ve yüksek sesle hikâyenin geri kalan kısmını okumaya başlamıştı.
…Annesi Zübeyde Hanım ve Küçük Mustafa pazardan ayrılmışlardı. Yürüdükleri yoldan koşarak kırsal alana doğru sapmıştı.
Zübeyde Hanım oğlundan bu hiç beklenmedik davranışını şaşkınlıkla izlemekteydi.
” Ne yapıyorsun oğlum? Evimizin yolu orası değil ki!”
Küçük Mustafa annesini duymuyor gibiydi. Yüksek bir kayanın önüne gelince durmuştu.
O kayaya tırmandı. Elinden hiç bırakmadığı kuş karesiyle kayanın üzerine çıktığında; dudak uçuracak başka bir hamle daha yapmıştı.
Küçük Mustafa, elindeki kafesi yere koyup kapağını açmıştı. Sonra da gri bulut rengindeki iki güvercini o minik avuçlarına sığdırıp havaya kaldırmıştı. Ve güvercinleri hızla göğe doğru fırlatıp onları özgür bırakmıştı.
Zübeyde Hanım bir eliyle ağzını kapatıp inler gibi konuşmuştu:
” Mustafa sen ne yaptın? Niçin satın aldın, neden uçurdun onları?”
Küçük Mustafa’ nın yüzünde huzur vardı. Annesine gülücük uzattı:
” Anneciğim, o güvercinlerin yuvası bir kafes olamaz. Onların evi göklerdir. Bu nedenle özgür bıraktım.”
…
Oğlum dergiyi okuduktan sonra coşkuyla şu sözleri söylemişti.
” Anneciğim, Atatürk’ümüz demek ki daha benim yaşımdayken ‘İstikbal göklerdedir’ demişti. Bu yüzden Türk Milletini düşmana esir vermedi. Ve 23 Nisan Gününü bize armağan etti.”
” Evet oğlum.”
O gün, benim sevgili oğlum hediyemin ne kadar değerli olduğunu, çocuk bayramının önemini, anlam ve değerini daha net anlamıştı.
…
Bugün 101.yılını coşkuyla kutlamaktan çok uzaktayız.
Dünyada çocuklarına bayram hediye eden ve bu bayramı tüm dünya ile paylaşan ilk ve tek ülke Türkiye olduğunu çocuklarımıza, gelecek nesillere anlatmalıyız.
23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı, ulusal birliğimizin kenetlenmiş bir anlatımı olduğunu bilmeliler.
Nisan 1920’de Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılmasıyla 29 Ekim 1923’de, Cumhuriyet’e giden o aydınlık yolun açıldığını anlatmalıyız.
23 Nisan 1920’de kurulan Meclis’e ulusçuluk, laiklik, devrimcilik, halkçılık, devletçilik, demokrasi ilkeleri egemen olmuştur. Bu ilkeler doğrultusunda;
“Egemenlik, kayıtsız, koşulsuz ulusundur.” anlayışını çocuklarımıza anlatmalıyız.
…
101 yıl önceye kısa bir tur yapalım mı?
Atatürk, 23 Nisan 1924’te ‘23 Nisan’ gününün bayram olarak kutlanmasına karar vermiş, bu tarihten 5 yıl sonra ise 23 Nisan 1929’da bu bayramı çocuklara armağan etmiştir.
23 Nisan ilk defa 1929 yılında Çocuk Bayramı olarak da kutlanmaya başlanmıştır.
1929’da ilkokul çocukları da Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün bayramını kutlamışlardır.
İstanbul’daki ilkokul öğrencileri 23 Nisan 1929’da,”Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı” nedeniyle Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e şu telgrafı çekmişlerdir:
“…Bugün Hâkimiyet-i Milliye Bayramı, Bayramınızı tebrik ederiz. Biz, bütün Türkiye çocukları, büyük bir sevinç içindeyiz. Bu mübarek Hâkimiyet-i Milliye gününde çocukların da hâkimiyetini kabul ettiğiniz için size ayrıca teşekkür ederiz.”
(C.Sönmez, Atatürk ve Çocuk Sevgisi, s.44)
Ulusal egemenlik için Ali Püsküllüoğlu şairimiz bu günün anlamını sol yanımızı kabartan dizelerinde şöyle kalemine almış:
Egemenlik Bayramı
Egemen bir milletin,
Coştuğu bir gündür bu!
Yurduma hürriyetin,
Koştuğu bir gündür bu.
Başımızda Atatürk,
Ülkümüz yüce Türklük,
Milletimin en büyük,
Sevdiği bir gündür bu.
…
23 Nisan Ulusal Egemenlik Çocuk Bayramımız Kutlu olsun.
Emine Pişiren / Kocaeli