Memleketimden İnsan Manzaraları 457
Dörtnala Koşuyorduk Biz
Evet ya, gerçeğin ta kendisi… 1961’de Dicle Öğretmen Okulu’na atandıktan 12 yıl sonra ilk kez bir sevgilim olmuştu benim.
Şaka değil… Ergani/Diyarbakır, Hasanoğlan/Ankara, Arpaçay/Kars ve Ağrı’da 18 ay yedek subaylıktan sonra Edirne’mizin ilçesi Keşan’a atanmıştım. Orada da üç yıl çalıştıktan sonra İstanbul/Küçükköy Vefa Poyraz Lisesi’ne… Yıl 1973 olmuştu ve ben bekârdım hâlâ.
Niçin mi?
Öyle gerekiyordu çünkü. Anlatayım:
Yıl 1964… Kasımın son günleri… İkinci görev yerim Hasanoğlan’dayım. Bir telgraf… Kardeşim Yusuf Ziya’dan… “Babamız ağır hasta, acele gel” diyor.
İzin alıp koşup gittim, Akseki’ye bağlı köyümüze. Yataktaydı babam. Nasıl da sevindi beni görünce. Uzun uzun kokladı; bağrına basıp. Vardığım günün ilk gecesi… Annem ve kardeşlerime, “Siz uyuyun. Ben bakarım bu gece babama” dedim. Sessiz ve hareketsizdi. Su istedi işaretle. Bir yudum ya içti ya içmedi. Gittikçe donuklaştı gözleri. Elleri ellerimdeydi. Nefes alıp verişi yavaşlamaya başladı. Ve babamı kaybettim o gece yarısı.
Beni bekliyormuş garibim. Biliyormuş da öteki dünyaya gideceğini, “Oğlumu son bir kez göreyim” diye direnmiş. Çok sevip saygı gösterdiği annesi Bıçığın Ayşe Nine’mizin yanında “Sadık yârimiz kara toprağa” teslim ettikten sonra, annem ve kardeşlerimi bırakıp döndüm yine görevimin başına.
Köyde kendimize yetecek kadar bağımız, bahçemiz, tarlamız vardı. Keçilerimiz, ineğimiz, eşeğimiz vardı. Köyümüzün nerdeyse tüm kadınları gibi evimizi ve işleri yöneten annemdi zaten. O günden sonra, Seydişehir’e gelin giden ablam hariç, ailemizin en büyüğü olarak annem ve kardeşlerim bana emanetti artık. Kardeşlerim yuvalarını kurmadan evlenmeyi düşünemezdim ben. O nedenle alıcı gözle bakmadım hiçbir kıza.
Askerlik dönüşü Keşan Paşayiğit Ortaokulu’nda göreve başladıktan yaklaşık iki ay sonra, bir mektup aldım; kardeşim Yusuf Ziya’dan. “Abiciğim, ben köyümüzden Bekir Ağa’nın kızı Saniye ile evleniyorum bu ay sonu” diyordu. İzin alıp gittim elbet. Geleneğe göre üç gün düğünden sonra gelini getirdik eve.
Evimiz iki odaydı ama biri ambar… Sandık, sepet, yiyecek, içecek her şey orda… Annem ve kız kardeşim nerde kalacak? Yeni evlileri baş başa bırakıp annem ve kardeşim Ayfer’le döndüm Keşan’a.
Oradaki görevimin üçüncü yılı… Mevsim bahar… Kız kardeşime bir damat adayı çıkıp gelmesin mi Uzunköprü’den! “Ne dersin?” diye sordum kardeşime. “Sen bilirsin abi” deyince, “Haydi hayırlı olsun!” dedik biz de. Böylece telli duvaklı gelin ettik kardeşimi; Uzunköprü’nün Kırcasalih beldesine. Ve o ders yılının sonunda, annemle birlikte döndüm; isteğim sonucu atandığım İstanbul’a.
Sıra bendeydi artık. Hakkım değil miydi, bir yuva kurmak benim de? Öteden beri ille de meslektaşım olsun istiyordum; “müstakbel” eşimin. Bu düşüncemi Dicle’de üç yıl boyunca aynı lojmanda kaldığımız Elbistanlı değerli arkadaşım Fen Dersleri Öğretmeni Fevzi Gökçek’in evlilikle ilgili bir sorusunu, “Çocuğumun annesinin öğretmen olmasını isterim ben” diye yanıtlamıştım. (*)
Onca yıl b u düşüncem değişmedi. İlk başta çok cazip gibi görünen fırsatlar çıksa da önüme geri adım atmadım hiç. Dostum Şekip Işık ve Sevgili Eşi Nezihe Hanım kardeşim sayesinde tanıdığım Erdekli Güler Öğretmen, hayalimde yaşattığım bir kızdı işte! O da evet deyince, kazıp temelini yuvamın ilk taşı koydum hemen.
Haziran sonunda okullar tatil olunca, sevgilim de döndü İstanbul’a. Fındıkzade’deydi evleri. Her gün buluşup ya Boğaz’a gidiyorduk, ya Adalar’a, ya Moda’ya…
-2-
Evlerine gittim bir gün. Annesiyle tanıştım önce. Açıkça söyledim düşüncemi. “Kızınızı seviyorum ve evlenmek istiyorum onunla” dedim.
“Siz ikiniz evet dedikten sonra, biz hayır demeyiz evladım. Hayırlısıysa olsun” dedi.
Çok tatlı bir hanımdı. İlk görüşte kanım ısınıverdi hemen. İlk girişte olduğu gibi, ayrılırken de saygıyla öptüm ellerinden.
Güler daha önce gelip tanımıştı annemi. “Yakışıyorsunuz birbirinize. Madem seviyorsunuz, hiç uzatmayın. Ne gerekirse yapalım, evlenin hemen” diyerek onaylamıştı o da.
“Annelerimiz de evet dediğine göre, geleneğe uyup seni resmen istemeye gelelim” dedim sevgilime.
“Olur, bu hafta sonu buyurun” dedi o da.
Bir demet çiçek alıp kucağıma, kalkıp gittim annemle. Babası Rahim Usta, kız kardeşi İlkokul Öğretmeni Emel ile “Teyzeanne” dediği annesinin Fatih’te oturan ablası ve eniştesi de vardı. Hoş beşten sonra:
“Biz Güler’le sevdik birbirimizi. Evlenmeye karar verdik. Ve kızınızı istemeye geldik bugün. Ne dersiniz?” diye sordum.
Geleneğimize göre, kız isteme işi, damat adayının bir büyüğü tarafından yapılır ama bu kadarcık kusurumu çok görmeyin artık bana.
“Siz gençler evet deyince, bize de hayırlı olsun; demek düşer. Yeter ki sevin hep birbirinizi. Hayat boyu mutluluklar dilerim size.” dedi; ailenin reisi Rahim Baba.
Teşekkür ederek öptük ellerini büyüklerimizin.
Ne “Evin var mı? Araban var mı?” diye sordular, ne başka bir şey… Olmadığını biliyorlardı zaten. Keşke tüm anne ve babalar da böyle olsa! Yani ki, yuva kurmak isteyen gençlere destek olamasalar bile köstek olmamalı hiçbir aile.
Bakınız işte, ailelerimiz yolumuza engel koymadıkları için, belirlediğimiz hedefe doğru dörtnala gidiyorduk biz!
(*) Benim gibi Fevzi Bey arkadaşımın da bir erkek kardeşi vardı yanında. Yatılı değil, gündüzlü okuyordu kardeşlerimiz. Yani dört kişi kalıyorduk, iki odalı bir lojmanda. Üç yıl birlikte olduk da dört kişi aynı evde, kimse kimseyi kırmadı da, üzmedi de kesinlikle. Üç yıl sonra arkadaşım Maraş Kız Öğretmen Okulu’na atandı. Şu anda da Kahramanmaraş’tadır dostum. Gelip gidemesek de birbirimize sık sık haberleşiriz telefonla.
Hüseyin Erkan
huseyinerkan@dilemyayinevi.com.tr
Telefon: 0535 371 74 83