İşini gerektiği gibi beceremiyordu. Yaptıklarına bakılırsa kaliteyi tutturamamıştı. Çok çalışmalı, el maharetini geliştirmeli ve böylece sanatının zirvesine çıkmalıydı.
Ustası ona iş yerini bıraktığında, henüz on beşindeydi.
On beşinde bir çocuk. Başka çocuklar o günlerde çamurla evcilik oynuyordu. Halbuki onun yaptığı, ekmeğinin peşinde koşmak gibi ciddiyet isteyen bir işti. Koşmalıydı geçimini sağlamak, emanet edileni yürütmek adına hayatla köprü kurmaya.
Çömlekçi; “Ustamla beş yıl daha çalışma fırsatım olsaydı, raflara dizeceğim ürünleri hayranlıkla izlerdiniz.” Dedi.
Çırak, ailesinden ayrılmıştı. Anne, baba ve kardeşlerini özlüyordu. Komşu köydendi. Kardeşlerin büyüğüydü, ailesine katkıda bulunabilmesi için babası onu, toprak kaplar ustasına emanet etmişti. Çünkü onu ilk okuldan sonra okutamamışlardı. Toprak kaplarla ilgili olan bu sanatı öğrenmek için ilçenin en iyi ustasına teslim edilmişti. Çocuk, gece gündüz çalışıyordu. Ustası onu kabiliyetli buluyordu. “Daha iyi olacak. Yıllar içinde pişecek.” Diyordu. Ustası;” Yıllar çabuk geçiyor, çalışmazsan hayat acımaz, seni bir kenara atar, farkında olduğunda iş işten geçer. Söyleneni kabul edip toparlanmak gerekir. Sanat bu yaşlarda öğrenilir. Sorumluluk sahibi olmak kolay değildir. Senden bir şey istenirse onu en iyi olarak ortaya koymalısın. Kendine ait kalıtsal özelliklerini çok iyi kullanman gerekir. Ekmeğini kimseye muhtaç olmadan kazanmanın yollarını aramalısın. Emeğini boş yere harcamamalısın. Yaşadığımız hayatın değerini bilmeliyiz. Yaşantıda zamanın ne kadar önemli olduğu da bilinmelidir. Geçtiğimiz önemli sınavları başarmamız gerekir. Güneş herkesi ısıtır demişler.
Usta; ürünleri eline alan bunlar birer sanat eseri demeli. Yapana da sanatçı denmelidir. Sanat eseri bir ürün her zaman beğenilir ve kolay satar. Kalitesiz ürün ise yapana ve satana zarar verir. İyi usta olmak, sanatçıyım demek, menfaatten uzak durmakla başarılır.” Çırak, ustasının bu sözünü yeni algılıyordu. İyi iyiyi, kötü de kötüyü çeker. Ne yapalım. Yoksul buğdayı bulamayınca, mısıra da rıza gösterir, demişler.
Usta muhterem bir insandı. Onunla bir süre daha çalışmak istedi ama ustanın sağlığı el vermedi. Ondan çok daha şeyler öğreneceğine ve el maharetinin artacağına inanıyordu. Ayrıca düşündüklerini uygulama alanı bulabilirdi. Usta, vitrinde gördüğü antika toprak kabın aynısını yapar, rafa koyardı. Elinden çıkan ürünlerde en küçük bir aksaklık olmazdı. Çalışanlarına karşı nazik, müşfik ve kırıcı değildi, ağır sözler sarf etmezdi. Çalışanı zorlamaz, el becerilerini geliştirmesini ve kabiliyeti oranın da öğrenmesini isterdi.
Usta, el becerisi geliştikten sonra, çamuru eğip bükecek ve ona istediğin şekli vereceksin. İstediğin şekle gelmez, kırılırsa daha tutarlı çalışmalısın. Dürüst iş yapmalısın, mum eridikçe aydınlanan yer genişler, diyordu.
Çamur kapta, duru su içeceksin. Çamur kabı işlemen de duru su gibi olmalı. Gizli kapaklı olmamalı, diyordu usta. Usta kalenderdi, atölyeyi çıraklara bırakır giderdi. Irmağın kenarına iner, balık tutardı, bazen de dağlara çıkar altın çiçeği toplardı.
Çırak, ustasına hak verirdi. Daha ne kadar yaşayacaktı. Seksenindeki bir insanın bu kadar dinç olması az rastlanırdı. Hayatın tüm işlevleriyle barışıktı. “Çiftçinin yanında kunduracının çekici, köpeğin önünde saman gibidir.” Diyordu. Şüpheciydi, şüpheye düşmeyen başarılı olamaz. İnsanlar kendine göre sır tutmasını bilmelidir, diyordu.
Çırak da ustasını aynen taklit ediyordu. Ustasının su içmesini, müşteriye davranışını ve esnaf arkadaşlarına ciddi duruşunu aynen uyguluyordu. Biraz da el maharetlerimi geliştirebilsem antika eserler üretirdim. Çırak, çamuru cam gibi incecik yapmaya gayret ederdi. Beceremeyince de komşu esnafın tenkitini kendine yediremezdi. Ustasının, “Eline çamuru tüm gailelerden uzaksan alacaksın. Esnaf dostlarının iyi ve kötü gününde yanında olacaksın. Yardım sever insanın güneşi batmaz.” Sözünü hatırlardı.
Çırak, eserlerini güler yüzlü tanıtıyordu. Müşterilere ustasından örnekler veriyordu. Ürünlerini güzel bir şekilde sarıp sarmalıyordu. Ürettiklerini ince kaplar diyerek tanıtıyordu. İnce kaplara konulan su soğuk kalıyordu.
Müşteriler niçin çırak almıyorsun? Dediklerinde;
Çırağı, öğretmeye ve hoş görmeye uygun bir kabiliyetim olmadığı için, ona katlanmayı başaramam. Ustam gibi yapamam, onunla kavga ederim. Diye cevap veriyordu.
Esnaf arkadaşlarının çalışmalarını taktir ediyor, onları örnek alıyordu. Onlar gibi yapmayı istiyor ve çok çalışıyordu. Yaptığını beğenmelerine çocuk gibi seviniyordu.
Turist mevsimi için, ustasına benzer şekilde atölyesini düzenledi. Rafları renkli kağıtlarla kapladı. Masaları boyadı. Müşterinin oturabileceği bir alan yaptı. Duvarlara tablolar astı. Esnaf teşkilatının yazısını tozunu sildi ve görünür yere taşıdı.
Atölyenin görünüşü güzel olmuştu. Gelen turistler, oturup sorular sorabildiler. Kapları birer ikişer satın aldılar.
Gelen müşteriye iyi davranmak, fahiş fiyat söylememek, satışlarını artırmıştı. Çırak yıllarını vermiş, eskimişti. Satışı ve paketlemeyi de öğrenmişti.
Yılların çırağı, ustasının yerini tutmaya başladı. Müşteriyi memnun edebiliyordu.