Oğlunu ustanın yanına verirken, “Eti senin kemiği benim” demişti. Oğlu ilk defa atölye görüyordu. İçeri girdiğinde heyecanlandı. Çeşitli aletler, makine ve parçalarının çokluğuna şaşırdı. Bu kadar çok aletle, nasıl çalışacağını düşünemedi.
Babası ustayla göz göze geldikten sonra, “Hayırlı günler” diyerek ayrıldı. Heyecanın ardından bacakları da titredi. Babasının peşine baktı ve koşmak istedi. Ustaya döndüğünde, atölyenin içi karardı, sıkıldı ve ayakta duramadı. Okul arkadaşları gözünün önüne geldi. Gözleri doldu. Öğretmeni kemiklerini kırsa da sınıf arkadaşlarıyla olsaydı. Okullu olsa okusaydı.
Ustanın sesiyle irkildi, kendine geldi ve yanındaki tabureye çöktü. Çay ve pastayı eline tutuşturan usta yerine geçti. Çırağın solmuş yüzü, donmuş elleri tepkisinin görselleriydi. Ustanın “Çayını içmeli ve pastanı yemelisin” sözüne duyarsız kaldı. Yalnızca başını salladı. Çayından bir yudum aldı, pastasını ısırdı ve çiğnedi fakat yutamadı. Ağladı ve “Okumak istiyorum” diye avazı çıktığı kadar bağırmak istedi. Usta durumun farkındaydı. Babasının tüm iyi niyetine karşı, okuldan kaçan, derslerle ilgisi olmayan oğlunun ehil hâle gelmesi için, böyle bir yola baş vurdu.
Babası ilk çocuk diyerek, istediği telde oynamıştı. Çocuk büyüyünce iş tersine dönmüş, şimdi de çocuk babayı oynatmaya başlamıştı. Bu durumdan kurtulmak için, onu herhangi bir ustanın yanına çırak olarak verecekti. Kendisine de söylemişti. Okumazsan çalışırsın, demişti. Kir pas içindeki atölyede zaman geçmezdi. Arkadaşlarıyla buluşmak ve sinemaya gitmek artık hayaldi.
Çayını içip pastasını yedikten sonra, usta eline bez tutuşturup yan duvar elinden öper emriyle hayatın çilesi başlamıştı. Arada ustanın sesi ulaşıyordu kulağına, “Öğrenmek süreklilik ister, böylece hayata daha iyi bir başlangıç yapmış olursun. Söylediklerimi anlaman gerekir.” Diyordu.
Çırak soluk alamadı ve içten içe ağlamaya devam etti. Ustanın sesi yine yükseldi. “Bezi yıka, masa ve sandalyelerin ayaklarını da sil. Kelimelerden çıkan sesler çok çirkin geldi kulağına. Duvarın sabunlu bez ile silindiğini duymamıştı. Başı döndü, sandalyeye tutundu ve ustanın su içmelisin, direktifine uydu. Ustanın, “Hayatını kazanabilme gücünü kendinde bulmalısın.” dediğinde hayat, güç ve kazanmak kelimeleri ona hiçbir şey ifade etmemişti. Yalnız önünde bir zorluğun olduğunu tahmin ediyordu. Çünkü öğretmenleri de zamanında aynı ifadeyi kullanıyordu. O hâlde hayatı kazanmak için, eğitim ve öğretim şarttı.
Akşam olmadan usta, yol parasını verdi ve onu köyüne gönderdi. Kendisi de atölyeye döndü. Usta atölyeyi toparladıktan sonra evine geçti. Sabah erkenden atölyeyi açtı. Çırak henüz gelmemişti. Çayı yaptı, pastayı kesti ve çırağı bekledi. Çırak uykusuz, gözler kızarmış ve gönülsüzdü. Çayını içti ve pastasını yedi. Usta, “Üzerine düşeni yapmalısın. Balık suya asi olamaz.” Dedi.
Çırak ustanın ne demek istediğini düşünse de anlamazdı. Beziyle kaldığı yerden silmeye devam etti. Sildiği yeri suyla yıkayıp arındırdı. Ustanın tarifi üzerine aletleri de sırayla silmeye başladı. Usta, “Yaptığın işte kabiliyetini ortaya koymalısın. Bir leş bizce kötüdür, pistir ama sırtlana helva niteliğindedir.” Usta, çırak eğitiminin sürekliliğini ve zorluğunu biliyordu. Olayı gözünde büyütse de çırağın özde samimi ve çalışkan bir çocuk olduğunu fark etmişti.
Günler geçtikçe ustanın anlattıklarını gerektiren, iyi bir hayatın ne manaya geldiğini anlamaya başladı. Ustasından çok şey öğreneceğini tahmin ediyordu. Esasında bu düşünce iyi bir gelişmeydi. Usta, “Acele etmeyeceksin, dikkatli olacaksın. Aletleri bu esasa göre silecek, yerini ve sırasını unutmayacaksın. Aletlerin dış görünüşüne aldanmayacaksın, çok rahat çalışırlar. Çalıştırırken dikkati elden bırakmayacaksın. İşine saygı duyacaksın ki, zanaatkar olabilesin.”
Çırak, ustanın dediklerini kabullenmeye başlamıştı. Usta, “Her yaştaki insanın eğitim ve öğretime ihtiyacı olduğunu bilmelisin. Bir gün bakarsın sen de usta olup çıkmışsın. Ustalık, disiplinli, hırslı, ahlaklı ve sürekli bir çalışmayı gerektirir.” Dedi.
Aile de çocuğundan bir şeyler öğrenmeye başlamıştı. Baba ustadan oğlu hakkında bilgi almaya geldi. Usta, “Kötü arkadaşları olmuş, beynini bilgilerle donatır, enerjisini de beceriye dönüştürürsek, kötü gidişatını kurtarırız.” Dedi.
Çırak atölyeyi sahiplenmesi için, çok çalışmalıydı. Usta, “İş hayatı bilgiyi ve çalışkan olmayı gerektirir. Cahil ve tembel insandan başarı beklenmez.” Dedi.
Ustayı taklit etmeye başlayan çırak, aletleri kullanabilme başarısını gösterdi. Artık çırağın her işi yapmaya gözü kesiyordu. Aletleri ve makineyi silmesi bile ustası gibiydi. Ustanın yanından ayrılmaz, ağzının içerisine girerdi. Ustası da erinmez her defasında ona gerekli bilgiyi verirdi. Usta esnaflara gittiğinde çırakta aletleri kimseye vermezdi. Ustalıkla ilgili kültürünü yaşam tarzı hâline getirmişti.
Atölyedeki elektrikli aletlerin çalışmasını zevkle izlerdi. Atölyeye gelen tomrukları belli ölçülerde bölmeyi kısa sürede başarırdı. Gelen müşteriye fiyat söyler ve para alırdı. Bu yönüyle de sorumluluk sahibi olmaya başlamıştı. En küçük bir hileli hareketi olmazdı. Çırak, ailesine daha çok çalışmam gerekir diye söylerdi. Tatil günleri bahçe işleriyle uğraşırdı. Annesine mutfakta kullanacağı yardımcı gereçler de alıyordu.
Usta, yeni alınan makinelere baktığında gözü yaşardı. Özellikle ağaç doğrama makinesi her boyutta tahta keserdi. Babam ve dedem böyle bir makinenin olabileceğini düşünemezdi. Çırağın bir sözü üzerine, “Gücümüz ölçüsünde atölyeyi zenginleştirdik. Güzel hayaller başarıya götürür. Dikkatli çalışmak lazım. Yağmur toprağı besler, ama aynı yağmur perişan da eder.” Dedi.
Usta “Hava kararacak toplanalım.” Dedi. Atölyeyi her zaman ki gibi temiz bırakmak için, sildiler.
Usta “Çiçek dökülürse meyve çıkar.” dedi.
Hasan TANRIVERDİ