Bir gün olsun, yüzümüze sevgiyle bakmadı. Bir gün olsun, haklısınız demedi. Gezer tozar fakat gelir miydiniz? Sormazdı. Bir gün olsun, bir demet çiçek, bir kutu çikolata getirmedi. Kapıyı çekti gitti. Geri dönüp isteğimizi sormadı. Yağmur, fırtına demez, evden çıkardı. Gittiği yeri söylemez ve takip etsek de görünmez olurdu.
“Kendinden kaçardı” demek daha doğruydu.
Baba üzgün, ben yataklara düştüm, çocuğumuzu tanıyamaz olduk. Tanıyamıyorduk ama ayaklarının yerden kesildiğinin farkındaydık. Mezuniyetine bir ay kalmıştı. “Allah her şeyi gönlünce versin” diye dua ediyor, okulu bitirmesini gönülden istiyorduk.
Mezuniyetine bir adım kalmış iken, ana ve babaya, bu kadar vurdum duymaz, ilgisiz kalmasına bir anlam veremiyorduk. Kararımız onu doktora götürmekti. Psikolog doktor, onu çözümlerdi.
Son yıllarda bir gün olsun yavrum diyerek sevmedik. Saçını taramadık, yüzünü silmedik ve hoş sohbet konuşmadık. Mezun olduğunda, beğendiğin en güzel kızı ile evereceğiz, demedik. Ayrı dünyalarda yaşıyor gibiydik. Çocuğu üniversiteye girdikten sonra, sessiz olalım, çalışsın. Gürültü etmeyelim diye onu kendimizden uzaklaştırdık ve yalnızlığa ittik ama farkında olamadık.
Göz göre göre çocuğumuzla aramıza mesafe koyduk. Babasıyla bu konuda kavga ediyorduk. Çocuğun uzaklaşma nedenini birbirimizin üzerine atıyorduk. Hiçbir isteğini geri çevirmiyoruz ama sevgi vermiyoruz. Onu mutlu edecek ortamı hazırlamıyoruz.
Okuyor diye hiçbir işe koşmadık. Hayatı cam fanusta tanıdı. Hayatın içine girip tanımadı acı, hüzün ve neşeyi algılamadı. Belki de aciz kalıp sırrına eremedik.
Dışarıdan bakıldığında, göz kamaştıran ama sevgisiz ve içi boş bir yaşantı. Duyarsız ve keyifsiz bir ortam. Ana ve baba olarak hepimizin içindeki “Anlatılmayan hikâyeyi” dışa vurmasını sağlayamadık. Üzüldüğümüz de bu beraberliği kuramamamızdır. Bu tür hikâyeleri dışa vurup anlatmamız gerekirken maalesef saklıyoruz.
Çocuğumun hikâyesinin kapısını aralamak üzere harekete geçtim. Mezuniyet yaklaştıkça sevincimiz de bile ince bir hüzün vardı. Yarın alışveriş merkezinde onu lüks bir mağazadan tepeden tırnağa giyindireceğiz. Kışlığı, yazlığı ve takımı ne varsa alacağız.
Mezuniyet kutlamaları için siz de bir şeyler alın dedi. Çocuğun bu sözüne tamam dedik ama babası, bu söz boşuna değil dedi. Akşam oğluna mezuniyet hediyeni tahmin et dedi. Çocuk babasına baktı, önemli bir hediye alacaklarını düşünmedi.
Düşünemiyorum der gibi, başını salladı. Baba, araban yarın kapıda dedi. Senin beğendiğin renk ve modelde dedi. Çocuk çok şaşırdı ve kalktı babasına ve annesine sarıldı. Babası ne zamandır arabanın peşindeydik dedi.
Sabah kahvaltıda, çocuğum niçin durgunsun diye sordum. Bana söylemeyip kime diyeceksin dedim. Çocuğumun meğer derdi büyükmüş. Beğendiği kız ile anlaşıyor ama kızın babası bakan yardımcısı gibi bir şeymiş. Aile olarak uyuşmadığımızı düşündüğü için, kendine göre çıkmaza giriyormuş.
Yavrum dedim, aileler değil sizin anlaşmanız önemlidir. Hayat sizin, karışanınız olmaz. Başka ne diyeyim. Tanışırız, konuşur anlaşırız. Herhâlde aileler olarak da anlaşırız. Dedim. Hatta mezuniyette bizi tanıştır.
Tören başlamadan kızı tanıştırdı. Ayak üstü konuştuk. Sevimli, sakin bir kızcağız. Tören bitiminde de ailesini getirecek.
Üzerindeki soğukluğu bu olaya bağladık ve rahat bir soluk aldık.