Oturduğu yerden ayağa kalktı, önlüğüne baktı. Gözleri daldı, önlükteki doktor amblemi nokta gibi oldu. Onu eline aldı, cebinin üstüne işlenmiş, “Doktor” yazısına parmağının uçlarını dokundurdu.
Beyaz önlük, annelerin ninnisinde ve çocukların hayalinde, hastaların simgesiydi. Annesine, “Mezuniyet törenime öğretmenimin gelmesini çok isterdim.” dedi
Birkaç gün sonra ilkokul son sınıfta bayram için giydiği doktor üniformalı ve tıp fakültesinden mezun olurken ki doktor önlüğünün her ikisini paket yaptı. Diplomasını da önlüklerinin arasına koydu.
Hayatının dönüm noktasında ilkokul öğretmeninin yeri büyüktü. Öğretmenini ziyarete anne ve babasıyla gitmek istedi. Yolculuk yorucu geçse de kapıldığı hayallerinden otobüs otokara girdiğinde uyanabildi. Otobüsten indiklerinde güneş bir karış yükselmişti. Sahil yazın tadını çıkarmaya çalışan insanlarla doluydu. Denizin dalgası kumların üzerini beyaz köpükle süslerken, parkın çiçekleri de renk çümbüşü oluşturmuştu.
Şehir bıraktığı gibi değildi. Yeni yollar yapılmış, yaya kaldırımları taş döşenmiş ve ağaçlandırılmıştı. Bir an önce öğretmenine kavuşmak için, Annesini çabuk yürümesi için ikaz ediyordu.
Dalgaların savurduğu su zerreleri yüzüne geldikçe çocukluğunu hatırladı. Top oynadıkları kumluğun site olmasına üzüldü. Sahilden ayrılıp, şehre giden caddeye yöneldiler. Şehri çok değişmiş buldular. Cadde kenarındaki ağaçlar büyümüş park görünmez olmuştu. Çevre yeşilin her çeşidine sahipti. Binalar boş arsaları istila etmiş, trafik artmıştı.
Apartman önüne geldiklerinde sevincinden adeta uçuyordu. Kapıya yaklaştı, zile uzandı. O mini minicik parmakların yerine iri yarı parmaklar gelmişti. Biraz sonra kapı açıldı. Karşısındaki öğretmeniydi.
Öğretmeni uzun boylu siyah saçlıydı. Geniş alnının altında yeşil gözleri vardı. Al yanaklarıyla sevecendi. Öğretmeni öğrencisini görünce çığlık attı, sarıldı. Birbirlerinden kopamadılar. Beraberce içeri girdiler. Oturdular sevinçleri ve üzüntüleri birbirine karıştı. Gözyaşı yanaklarından aktı.
Öğretmeni tüm duygusallığıyla, “Acılarımı unutturdunuz teşekkür ederim.” Diyebildi. Oturduğu yerden kalkmadı, enerjisini kaybetmiş görünüyordu. Saçları dökülmüş ve gözlerinin altı çökmüştü. Eski halinden nerede ise eser kalmamıştı.
Üzüntü ortamını doktorun babası bozdu. Öğretmene emekliliğin nasıl geçtiğini sordu. Öğretmen gözyaşını sildi, yutkundu. “Tekrar hoş geldiniz kusuruma bakmayın. İnanın yıllar öncesini yaşıyorum mutlu oldum, sağ olasınız.” Diyebildi. Yıllara yenik düşmüş öğretmen öğrencisinin karşısında adeta canlandı. Fakat yıllar çok şeyler götürmüş değil mi? Diye sormadan da edemedi. İç geçirdi, yaşlılığıyla barışık görünmek istediyse de başaramadı. Çünkü kendini iyice salmıştı. Yalnız sesinden bir şey kaybetmemişti. Öğrencisine çok acı çektiğini söyledi ve sustu. Yorgun haliyle Onun elini tuttu. Bu sessizlikte öğretmenine hediyesini sunan doktor, öğretmeninin elini öptü. Öğretmen çiçek demetini saksıya koydu. Paketi açtı, diplomayı aldı, öptü ve kalbine bastırdı. Masanın üzerine bıraktı. Her iki önlüğü de eline aldı, üzerine kapandı hıçkırarak ağladı. Önlükleri açtı, bayram için yakasına işlediği yazıyı öptü, o yazıyı kaç yıl önce işlediğini hesaplayamadı. Öteki önlüğü aldı. Karşıya astı ve yakasına çiçek demetinden bir gül taktı. Oturdu derin bir soluk aldı. Sessizlikte öğretmeni izlediler. O’da uçurumun kenarında dolaşıyor gibiydi.
Ortama etken olan duygusal havayı anlatabilmek için o anı yaşamak gerekir. “Bir gece vakti doğan Eskimo çocuğunun gün ışığından ancak altı ay sonra haberi olur.” Onun için öğretmenle birlikte yaşanan atmosferi tahmin etmek gerçekten çok zor. Çünkü öğretmenin hastalığı yetmiyormuş gibi oğlu tıp fakültesi ikinci sınıfta trafik kazasında vefat etmişti. Öğretmen diplomayı aldı, tekrar öptü, oğlunun fotoğrafının yanına koydu. Ağlayarak yere çöktü, öylece kaldı. Kendinde değildi, ayağa kalkamadı. Doktor kolundan tutup koltuğa oturttu.
Rutubetli havanın verdiği sıkıntıyla iyice bunaldılar. Pencereleri açtılar, öğretmenin elini yüzünü sildiler. Öğretmen “Kusura bakmayın sizleri üzmek istemezdim.” Diyerek havayı duygusallıktan uzaklaştırmak istedi. Öğrencinin babası, öğretmenim yıllar geçti. Çeşitli olumsuzluklara rağmen çok iyisin. Allah bu günleri aratmasın. Diyerek konuyu normale çekmeye çalıştı. Her yeni gün kalan ömrümüzün ilk günüdür. Düşüncesiyle hayata tutunmak gerektiğini söyledi. Yaşantına üzülmeyeceksin neşe ve sevinç dolu günleri değerini bileceksin. Ömrümüz elverdiği sürece mutlu olmanın yollarını arayacağız birlikte. İyilikleri hoş karşıladığımız gibi kötülüğü de aynı duygularla kabulleneceğiz, sözleri ortamı yatıştırmış, normale dönüştürmüştü.
O gün saygının ve gönül almanın ne kadar önemli olduğunu gördüler. Öğretmen mevsimin son gülü gibiydi. Bu güller güzeldir; fakat güzel kokmazlar. Artık o evinden çıkamadığı için, çevresine gül kokuları yayamıyordu. Ziyaretleriyle öğretmenin gönlünü hoş ettiler, sevgilerini tazelediler. Ayrıca hayır duasını aldılar. Böylece karşılarına çıkan iyilik yapma fırsatını değerlendirmiş oldular.
Öğretmen, meslek hayatı boyunca hep doğrudan yana olmuş, öğrencilerini çocuğu bilmiş, onları tüm şefkatiyle yetiştirmeye çalışmıştı. Yapmacık değildi, “Hayat iplik yumağı gibidir. Ayakta kalmak için ipliği sarmayı, gerektiğinde çözmeyi de bileceksin,” derdi. Öğrencilerin eğitim ve öğretimine çok önem verirdi. “Güneş ne doğuda ne de batıda önemli olan âlemi ısıtmasıdır,” derdi. Onları en iyi şekilde hayata hazırlardı. Bu hassas ve nazik insanın velilerle de ilişkileri sıcak ve sürekliydi. Bir ömre sığmayacak kadar, öğrenci yetiştirmişti. En iyi dostları öğrencileriydi.
Akşam olmak üzereydi. Doktorun geri dönmesi gerekiyordu. Ayrılık saati gelip çatmıştı. Öğretmen rahat görünmeye çalışsa da yüzünde acı bir tebessüm fark ediliyordu. Gözleri gülümsemeyi bıraktı. Bakışları,” Beni bırakmayın” der gibi ıstıraplıydı. Ayağa kalktı, Oğlum, hepinize teşekkür ederim. Beni mutlu ettiniz, yeniden hayata bağladınız. Sizlerden Allah razı olsun! diyerek gülümsedi.
Ayrılık zor da olsa, en kısa zamanda görüşmek umuduyla gerçekleşti. Doktor öğretmenin elini öptü. İlkokuldaki bayramda giydiği önlüğü omzuna aldı. Sokağa çıktıklarında akşam karanlığı bastırmak üzereydi. Doktor, çocukluk arkadaşı ile karşılaştı. Arkadaşına öğretmenini ziyarete geldiğini söyledi. Ayaküstü sohbetleri sırasında arkadaşı, doktoru tebrik etti, hayırlı olsun dedi. Öğretmenin amansız hastalığının pençesinde olduğunu açıkladı. Doktor annesine ve babasına baktı. Buz gibi bir hava esti. Ne yapacaklarını bilemediler.
Sahile kadar zor yürüyebildiler. Parkta bir süre oturdular. Sessizliği doktor bozdu. Çünkü dönüş saati gelmişti.
Parka kadar uçuşan dalgaların savurduğu su zerreleri, gözyaşıyla birbirine karışırken, denizin hüzün dolu çırpınışını bir süre daha izlediler.