Gün/aydın dostlarım…
Yaşamak sevmektir diyorsan… Yaşama sevincini yitirme…
Kollarını aç… ________________ Benim adım SABAH… Sevgiye başlangıcım ben…
Önce diyoruz ki; güne uyandıran, nefes veren Rabbimize binlerce şükürler olsun…
Mukaddes kitabımız Kur’ân-ı Kerîm, “İkra’: Oku!..” diye inmiştir. Aşk kitabı olan Mesnevî, “Bişnev: Dinle!” diye yazılmıştır…
Mesnevi’de; “Dinle!..” deniyor. Peki; “Neyi dinle?..
” Kâinatın sesini, Kur’an’ın hitabını, Peygamber’e vahyi dinle!..
“Dinlemek” tasavvufta önemli bir kaidedir. Söyleyen değil, dinleyen öğrenir. Kulak, ilmin giriş kapısıdır denilmektedir.
Büyüklerimiz dinlemenin ehemmiyetini belirtmek için, “Sen çocuğuna susmayı öğret, o nasıl olsa konuşmayı öğrenecektir!” derlerdi.
Ayrıca dinlenenler sadra kaydedilir, okunup yazılanlar ise satırlara kaydedilir. Satırlardakiler, dijital kayıtlar silinebilir, ama sadırdakiler silinmez, kalıcıdır.
AŞK / GERÇEK AŞK
“Aşk olsun! Aşkınız cemâl olsun! Cemâliniz nûr olsun! Nûrunuz ayn olsun!”
Bu gün var olan sesin hükmüyle güne ve yazımıza, Hazret-i Mevlânâ’nın selâm duâsıyla mesneviden ve ustalardan aldığımız sözlerin feyzi ile başlamayı, öncelikle büyük tasavvuf üstadına vefa sayarız. Hazret-i Mevlânâ, bir aşk adamıydı.
O güzel veliyi anmayı, gönlümüzün borcu addediyoruz. O zât-ı muhterem; insanı, eşyayı, varlıkları, kâinâtı, yani âlemi gönül penceresinden seyretmiş ve değerlendirmiş. Fikirleri, düşünceleri, görüşleri; “sevgi” ve “aşk” odaklı yazılı tüm okuduğumuz eserlerinde. Varlıkların oluşmasını, Ay’ın doğuşunu, Güneş’in batışını, Dünya’nın dönüşünü o hep “sevgi” ve “aşk” düzleminde anlatmış. Kötülük ve çirkinliklerin kaynağının “sevgisizlik ve aşksızlık” olduğunu vurgulamış.
Aşk… İlahi de olsa beşeri de olsa fark etmiyor… Hangi zamanda olursak olalım, zamandan azade, Aşk bir tane ama yaşattığı hal, yıllardır birçok hikâyeye konu oluyor. İlahi aşk denilince onu ifade ediş şekliyle bizi adeta büyüleyen isim hiç kuşkusuz Hz. Mevlana…
Aşkı gerçek aşkı bilmek isteyen Mevlana olmalı…
Allah aşkı ve beşeri aşk hep birbirini tamamlayıcı iki unsurdur. Aşkın yeterince farkında mıyız?
Gerçek aşk nedir? Hemen herkes gerçekten âşık olduğunu sansa bile aslında gerçek aşkın ne olduğunu bilen insan sayısı çok azdır.
Aşkı bilmek için ilk başta kişinin kendini tanıması ve kendini sevmesi gerekir. Kendi sınırlarını bilmeyen, kendini tanımayan insanların gerçek aşka ulaşması imkânsızdır. Bu tip insanlara sadece âşık olduklarını sanırlar ama gerçekte yaşadıkları bu durum aşk değildir. Her şeyden önce aşkın bir bağlılık olduğunu düşünenler hata yaparlar. Aşkın insanları özgür kılması lazım… Sahiplenmek ise aşka vurulacak en büyük darbedir. Eğer sevdiğiniz insanı sahipleniyorsanız onu kendi malınız gibi görüyorsanız bu aşk değildir.
Aşk karşıdaki insana özgürce sevebilme duygusudur. Egolardan sıyrılıp karşıdakini olduğu gibi kabul edip sevebilme sanatıdır. Eğer aşk bir insana bağlılığa dönüşürse işte o zaman bu ilişki boyutuna geçer ve olay çirkinleşmeye başlar. Eğer bir insanı seviyorsan onun kanatlarını kırmayacaksın onun özgürce uçmasına yardımcı olacaksın işte gerçek sevgi böyle olmalıdır. Ama zamanımızda maalesef bırakın sevdiğimiz insana kanat takmayı onun mevcut kanatlarını da elinden alıyoruz.
Aşk biyolojik bir ihtiyaç değildir, aşk ruhsal bir ihtiyaçtır çok daha derinlerde gizli olan ve dünyada çok az insanın gerçek anlamda tecrübe ettiği kutsal bir duygu halidir. Aşk karşılık beklemeden koşulsuz bir şekilde karşıdaki insanı sevmektir. Eğer koşullara bağlanırsa artık orada aşk değil çıkar ve ego vardır. Egonun olduğu yerde gerçek aşk barınamaz. Egosuzluk durumunda ancak gerçek bir aşk vücut bulabilir. Aksi halde orada gerçek bir aşktan söz etmek imkânsızdır…
Aşk, insanlara mutluluğu tattıran en önemli duyguların başında geliyor. Ancak aşkı yaşamak ne kadar güzel olursa olsun, onu kaybetmek de mümkündür, terk edilmek de. Zaten etrafımıza şöyle bir baktığımızda gözü yaşlı birçok kadın ya da erkeğe rastlamamızın en büyük nedeni de budur. Zamanında hepsi, gerçek aşkı bulduğunu zannederek ona tutunduğu ve bu insanların gün gelip de ellerindeki aşkı kaybettiklerini gördüklerinde ‘elde var sıfır’ ile yüzleşmişler ve üzülmüşlerdir.
Siz hiç âşık oldunuz mu?..
İtiraf edin utanmayın… Bunda utanacak sıkılacak bir durum yok ki. Hakk’ın yarattığı bir insana âşık olmayan Hakk’a âşık olabilir mi?
Geleneksel sözlükteki ifadesiyle söyleyelim dilerseniz: Mecazi aşk-hakiki aşk. İlki, nefsani ve Hak’tan perdelenmiş bir algıyı işaret eder. Diğeri, aşkın doğru adrese yönelmiş olmasıdır…
Hz. Âdem ile Havva’dan bu yana bir aşk var yeryüzünde…
Âdem’den önce de vardır, der bazı arifler. Bir şair ise, ‘aşk, kadim ezelidir’ demiş.
Aşk, Hakk’ın sıfatıdır. Cenab-ı Aşk denmesi bundandır.
Doğrudan Hakk’a, Hakk’ın en yetkin tecellisi olan Kamil insana da âşık olunur. Yunus Emre gibi, ‘söylemezsem bu aşk derdi beni boğar’ noktasına gelinebilir. Yunus’ta böylesi bir tecrübe yok. Bir kadına âşık olmamış. Tapduk Emre’ye âşık olmuş. O’nun üzerinden Rabbe âşık olmuş. Aksi de olur. Hakk’a âşık olan ki, her şeyi-herkesi sever. ‘Hakk’ı gerçek sevenlere cümle âlem kardeş gelir’ diyor Yunus.
Aşk, olağandışı, olağanüstü bir duygu, bir hal… İnsanı kesinlikle rutin dışına çıkarıyor. İrademizle belirleyemediğimiz iki şey var yaşamımızda: Doğum ve ölüm…
Bir duvar yazısı okumuştum, şöyle diyor: ‘Aşk, sadece aptalların düştüğü bir çukurdur. Abi beni ittiler…’ Yani bu ittiler beni diyen aşkı anlamamış hiç…
Aşkı anlamak için önce Mevlana’yı mı anlamak gerekiyor dostlar…
Hz. Mevlana’ya, ‘aşk nedir’ diye soruyorlar, ‘ben ol da bil’ diyor.
Aşk ve emek ilişkisi… Biz sevginin emek gerektirdiğini fakat âşık olmak için bir emek olmadığı görüşü hâkimdir. Aşk emek gerektirir mi?
Bence evet… İnsan için emeğinden fazlası yoktur.
Hz. Mevlana âlimdi. Hz. Şems, onu ‘aşk mektebi’nde eğitti. Ona aşkı tattırdı, oradan Divan-ı Kebir doğdu. Sonra irfan burcuna geldi. Oradan da Mesnevi-i Şerif çıktı.
Mevlana’nın aşkı bu yüzyılda hala diri bir şekilde yaşıyor.
Bugün insanların tümü âşık olsaydı yeryüzünde şairane oturan insanlar çoğalırdı. Daha adil ve merhametli bir dünya olurdu. Böyle bir tablo ortaya çıkmaz mıydı sizce. Bence çıkardı…
Mevlâna’ya göre aşk, insanı güzel ahlâk sahibi yapar. İnsanlardaki karşılıklı sevgi, saygı ve hizmet duygularını güçlendirir. Seven insan, başkalarını sayar ve onlara hizmet eder. Başkalarını sayan, hem sever hem de hizmet aşkına kavuşur. İnsan vefa sahibi bir varlık olur. Dolayısıyla insanlardaki bu nevi olumlu gelişmeler onları beşerî sevgiden ilahî sevgiye, beşerî aşktan ilahî aşka yükseltir.
Bir başka şekilde ifade edersek: Mevlâna’ya göre, kendini aşkla keşfeden insan kendinde bulduğu bir takım değerleri, güzellikleri başkasında da görmeye başlar. Gönülde Hakk sevgisiyle insan sevgisi birleşir, toplumdaki kırgınlıklar, hakaretler, küslük ve dargınlıklar kalkar. İnsanlar arası yardımlaşma artar, bencillik, nankörlük azalır. Toplumda vefalı, diğergam(başkalarını düşünmek) ve saygın insanlar çoğalır, sosyal ahlâk kendiliğinden tesis eder.
Mevlâna’ya göre aşk insanı uyumlu ve mutlu kılan yegâne iksirdir. İnsan önce kendi özüyle sonra ailesiyle, çevresiyle ve içinde yaşadığı toplumla ve nihayet Tanrı’yla uyumlu olmalıdır. Mutluluğun özü de zaten bu uyumlarda yatar. Bu uyumlar aynı zamanda insanı edepli bir şahsiyet yapar. Mevlâna’ya göre, insanın insanlığı olduğu kadar, vahyedilmiş hakikatin tamamı da edep prensibinden ibarettir. Nitekim bir gazelinde şunları söylemektedir:
“Âdemoğlunun eğer edepten nasibi yoksa Âdem değildir.
Âdemoğluyla hayvan arasındaki fark edeptir.
Gözünü aç da bak cümle Kelâmullah’a:
Kur’an’ın bütün ayetlerinin manası edepten ibarettir”
Mevlâna, sevgi ve aşk eğitimiyle nefsin kontrol altına alınmasıyla, toplumda benmerkezcilikten biz merkezciliğe geçilebileceği, acıların paylaşıldıkça azalacağı, sevinçlerin paylaşıldıkça çoğalacağı kanaatindedir. Bencil nefislerin sevgi eğitimiyle cömert ve diğergam birer fert olarak topluma kazandırılabileceğini düşünür. Zira sağlam bir duvarın tuğlaları gibi, fertleri birbirlerine kenetli olan mutlu ve düzenli bir toplum doğar. Yine O toplumsal hayatın akıl ve bilgiyle tanzim edildiği, aşk ve sevgiyle devam ettirildiği kanaatini de taşır. Sevgiden ve aşktan soyutlanmış bir toplumda fertlerin birbirine güveni kalmaz. Güvensiz insanların oluşturduğu bir toplum da payidar olmaz.
Günümüzde, Mevlâna’nın sevginin ve aşkın önemi hususundaki fikirlerine ve çağrısına bütün insanlığın ne kadar muhtaç olduğunu söylemeye gerek yoktur. Sözlerimizi onun şu dizeleriyle bitirelim.
“Sevgiden acılıklar tatlılaşır,
Sevgiden bakırlar altın kesilir.
Sevgiden tortulu bulanık sular, arı duru su haline gelir,
Sevgiden dertler şifa bulur,
Sevgiden ölü dirilir,
Sevgiden padişahlar kul olur.” (Mesnevî, II, 1529-1531)
Sevdiklerinizle mutlu bir hayat geçirmeniz dileğiyle. Eğer hala, nerdeeee!.. Diyorsanız. Muhakkak sizi seven birisi vardır. Kimse yoksa sadece aynaya bakın ama lütfen sevgi dolu gözlerle bakın, işte o zaman sizi seven kişiyi göreceksinizdir.
“Rabbimiz; değiştirebileceğimiz şeyleri yapabilmek için bize cesaret, değiştiremeyeceğimiz şeyleri kabul etmek için sabır ile sükûnet ve bu ikisini ayırt edebilmemiz için bizlere akıl ve firâset nasip et.”
Kim ki; Barış adına, Sevgi adına, İnsanlık adına yoklama alırsa, Ben; ‘Buradayım’ ve Bizi daha çoğul BİZ olmaya bekliyorum…
Sevin, sevilin, hayat sevince güzel ve diyelim her bir cümleye; atalarımızdan emanet aldığımız bu Vatanın sahipleri yalnızca bu Vatanı karşılıksız seve bilenlerdir… Yeni haftanız ve hafta içindeki gelecek günleriniz sağlık, bereket ve huzurlar getirsin sizlere…
Mutlu ve umutlu, acısız, gözyaşsız günler dilerim. Gönül soframdan gönül sofranıza muhabbet olsun…
Hoş kalın, hoşça kalın, sevgiyi unutmadan hep dostça kalın, bir yerlerde bir gün görüşmek ümidiyle…
#öskurşun#