Sevgili okurlarım, ülkemizde ve dünya coğrafyasında yaşayan Türk boylarının dili, edebiyatı, folkloru ve âşıklık, (ozanlık) geleneği kültürümüzü önemli ölçüde oluşturmaktadır. Türkler yaşadıkları tarihsel evreler içinde, çok önemli izler bırakmışlardır. Çeşitli nedenlerle, göçüp gittikleri yerlere bile kültürel ve sanatsal geleneklerini götürmüşlerdir. Bu gelenekleri içinde önemsedikleri halk âşıklığı, ozanlığı ve şiirleridir. Günümüze kadar bu geleneğini devam ettirmişlerdir. Bu varoluş kültürünü hiçbir zamanda terk etmemişlerdir. Âşıkların, ozanların silahı her zaman sazları olmuştur. Gittikleri her yerde, sazları ellerinden düşmemiştir. Âşıklarımızın, ozanlarımızın bu gayretleri neticesinde, halk kültürünü günümüze kadar taşımışlardır. Yaşadığımız cağın teknolojik gelişmesi sonucu, şehir kültürü ağır bassa bile, halk müziği sevdalıları Halk Türkülerini zevkle dinlemektedirler. Bu demek oluyor ki, âşıklarımızın, ozanlarımızın daha söyleyecekleri çok şeyleri vardır. Bu söylemi zaman içinde halk hikâyeleri şeklinde de türkülü olarak söyledikleri gibi, sazlarıyla beraber, halk şiirlerini de söylenmektedirler.
Sevgili okurlarım, bizler âşık, ozan veya şair dediğimizde, aklımıza özgür düşünceyi söyleyen ve savunan gelmektedir. Bu tür söyleyiş, yazılı edebiyatımızın olmadığı dönemlerde daha çok önem kazanmıştır. Ne var ki, insanlık tarihinin gelişen süreçleri içinde, halk kültürüne ve kendi ana dillerine yabancılaşan bazı yöneticiler bu akımın gidişatına engel olmuşlardır. Onların yapmış oldukları baskılar sonucunda, birçok âşıklara, ozanlara ve şairlere zarar verilmiştir. Bunlardan kimileri zindanlara atılmış, kimileri işkence hanelerine atılmış, kimileri de taşlanarak öldürülmüşlerdir. O devirlerde, bu tür yapılanları gören ozanlarda, Bektaşi tekkelerine gitmişler ve orada ki öğretilen felsefe kültüründen beslenmişlerdir. Orada varlığını sürdüren ozanlarımız, fikirlerini arı dilde özgürce söylemişlerdir. Bu sayede, ozanlığın günümüze gelişini sağlamışladır.
Sevgili okurlarım, halk şairliği, halk şiiri, halk âşıklığı ve ozanlığı genel olarak Türk toplumunun yaşadığı yerlerde bir değer olarak görülmektedir. Bu gibilerine, Anadolu’muzun bazı bölgelerinde saz şairi ve Âşık gibi adlarda verilmektedir. Ne var ki, halk şiiri yazan beni gibi birçok şairimiz saz çalmamaktadır. Ancak bunlara da ozan veya Âşık diyebiliriz. Zaten Ozan kavramı Arapçada Âşık, Farsçada şairdir. Anadolu Türkçesinde de şiir yazan, söyleyen olarak gelişmiştir. Her ikisi de aynı anlamı taşımaktadır. Yaşadığımız toplumun aydınlarıyla, ozanlarımızı karşılaştırdığımızda, âşıklarımızın, ozanlarımızın ve şairlerimizin bulunduğu ve aydınlattığı kesimle, aydınların içinde bulunduğu kesimin çok farklı olduğunu görmekteyiz. Âşıklarımız, ozanlarımız ve şairlerimiz her zaman ezilen ve horlanan halk kesimi içinde olmuşlardır. Bizler, onların olduğu yerlerde ne yazık ki aydınlarımızı görmemiz imkânsızdır. Tarihin aydınlanma çağında bile bu fark giderilememiştir. Bu durum önümüzde duran en somut olanıdır. Ancak halk âşıkları, ozanları yaşadıkları dönemlerde, bir birleriyle karşı karşıya gelerek söyleşmişlerdir. Halkın düğününde, sünnetinde sazıyla sözüyle düşündüklerini aktarmışlardır.
Sevgili okurlarım, ne var ki 1980 sonrası, köyden kente hızlanan göçün sonucunda, birtakım değişimlerin olduğu da gözlenmektedir. Âşığının, ozanın ve şairin yerini söz yazarlığı almaya başladı. Müziklerimiz gitgide nitelik değişimine uğradı. Bu durum Âşıklık geleneğini de etkiledi. Günümüzde yapılmakta olan eğlence yöntemi değişince, dinleyici faktörü de değişime uğradı. Bu nedenle öz kültürümüzde ve folklorumuzda bir takım kırılmalar yaşamaya başlamaktadır. Bu durum beni haddinden fazla endişelendirmektedir. Özetle, âşıklara, ozanlara ve şairlere düşen görev, öz kültürümüze yabancılaşmanın önüne geçme gayretini göstermelidirler. Bu kültürün yok olmaması için var gücümüzle çalışmamız gerekmektedir. Hem halkımız için, hem de Halk Edebiyatımız için buna mecburuz.
Saygılarımla.
Halk Şairi Mürsel ADIGÜZEL
Eğitimci Yazar





















