Yıllar önce sunduğum bir TV programına biraz renk, biraz da farklılık katmak amacıyla ‘sosyal deney’ yapmak istemiştim. Bunun için de kameramanımızla birlikte Edremit’e bağlı Akçay İkizçay Köprü çıkışını seçmiştik.
Köprü çıkışında vatandaşlarımıza iki soru sormuştum. İlki;
“Üzerinde yaşadığımız vatanın adı nedir?”
İkincisi;
“Vatan topraklarımızın kapladığı alan kaç km’dir?
İnanır mısınız? Her iki sorunun yanıtını tam bilen olmadı. Hatta, bilgi edinmek için telefonlarımıza o kadar bağımlı olmuşuz ki sormayın ! Yanımızdan uzaklaşan çoğu insanın eli hemen cep telefonlarına gitmişti.
.
O günler aklıma gelince yüzüm hoş bir anı gülüşüyle ışıyor. Şimdi yine aynı sosyal deney için mikrofonu elime almış olsam üçüncü soruyu sorardım:
780.000 km2’lik alana sahip vatan toprağımız, “Anadolu” adını ilk kez nereden almıştır?”
Biraz ben de geçmişteki o insanlar gibi Google’da araştırma turuna çıktım.
İlk bilgi bir esatirdi. Olsun, dedim içimden. Edindiğim bilgi çok hoş akılda kalıcı nitelikte bir söylenceydi. Hatta tiyatro eseri yazdıracak derecede kıymetli bilgiydi.
Hikaye Türklerin; “ANADOLU” ismini verdiği yurdumuz adının ilk verildiği yer olarak Ankara’nın Kızılcahamam ilçesine bağlı Taşlıca Köyü’ünde geçmekteydi.
Esatire göre 1192 -1237 yılları arasında Ankara’nın Kızılcahamam ilçesine bağlı Taşlıca köyünde Ortaasya’dan geldiğini tahmin edilen Kırgızlı bir kadın ebe, oğlu Oruç Gazi ile Taşlıca köyünde yaşarmış. Köyün hemen hemen tüm çocukların ebesiymiş.
Kırgızlı Ebenin eli otama konusunda da maharetliymiş.
Yaşadığı köydeki insanlar hasta olduğunda Hep kırmızı renkli yemeni taktığından ona,
” Kırmızı Ebe” adını vermişler. Köy insanı hasta olduğunda hemen dilinden dualar, elinden tespih eksilmeyen ebelerine koşarlarmış.
Selçuklu Hükümdarı Alâeddin Keykubat, Başköy Kalesini kuşatmak üzere ordusu ile yola çıkar . Bir yandan sıcak, bir yandan açlıkla zorlanan ordusuyla yolu Taşlıca köyüne düşer.
Kırmızı Ebe, köyüne gelenTürk askerleri karşılar. Onlara henüz yayığında yeni çalkalamış olduğu ayranı ikram etmek ister.
Ordudaki asker sıraya geçer. Ama Kırmızı Ebenin elindeki testiye üzüntüyle bakarlar: Öyle ya o testideki ayran ” Hangi askere, kime yetecek?” Diye düşünürler.
Kırmızı Ebe askerlere bir ana şefkatiyle gülümsedikten sonra yayıkta yeni çalkaladığı taze ayranı, oradaki taş oluğa döker.
Askerler de hem ayran içmek hem de kaplarını doldurmak için taş oluğa mataralarını daldırırlar.
Herkes ayran içip kabını doldurduğu halde, taş yalaktaki ayran, bir türlü tükenmez. Kırmızı Ebe askerler arasında dolaşır ve sürekli aynı sözü tekrarlamış:
“Doldurun Gazilerim, doldurun yiğitlerim”.
Askerler de ona saygıyla gülümseyip;
“ Ana Dolu” derlermiş.
Kırmızı Ebe doldurun yavrularım dedikçe askerler “Ana Dolu” diye tekrar edip durmuşlar.
Böylelikle yaşadığımız toprakların adı “ANADOLU” olarak dilden dile söylenmiş, benimsenmiş.
Kırmızı Ebe, yalağa döktüğü bir ibrik dolusu ayranın tükenmediğini gören, Taşlıca köylüleri ile Selçuklu Askerleri onu evliya olarak bilmişler.
Hayata gözlerini yumduktan sonra onun için aynı köyde bir türbe yapmışlar.
.
Anlamlı güzel bu esatire ben de inanmak istedim tabi…
Bilim ve tarihi bilgisinin daha geçerli olduğunun bilinciyle yazımın finalini bir ansiklopedik bilgiyle noktalayacağım.
.
Anadolu’nun ilk ismi, üzerinde yaşadıkları Hititler nedeniyle Hatti Ülkesi olmuştur. Anadolu ismi ise, bu bölgeye sonradan gelmiş olan Yunanlıların “Doğu” anlamını taşıyan “Anatole”‘ den günümüze Anadolu adı olarak geldiği biliniyor.
Bir diğer adı da ” Mikra Asia” olarak ilk kez MS 400’lü yıllarında yine Hristiyan Tarihçi Orosius, ( 375-418) tarafından Paganlara karşıt olarak yazmış olduğu 7 Tarih kitabında kullanılmış.
.
Yazılı tarih Aladdin Keykubat’ın yaşadığı tarihten önce karşımıza çıktığından bu bilgiyle yetinmek zorundayız.
Ama Kırmızı Ebenin Türbesi ve taş oluğunun fotoğraflarını görünce de beni bir düşünce almıyor değil hani….( Allah rahmet eylesin!)
Keyifli bir bilgi değil mi?
Ben yazdım, sizler de çocuklarınıza anlatın hadi gari…
Sevgiler…
Emine Pişiren/ Akçay