Küçük bir yorum evde kavgaya neden oluyor, aile içi huzursuzluk almış başını gidiyordu. Canını sıktıklarında kırılmadık eşya kalmıyordu. Evden kovulmak için elinden geleni yapıyor, çeşitli kötülüklere baş vuruyordu. Kötülükleri sanki kendine haz veriyordu.
Ana ve baba her olayını hazmediyor ve seslerini çıkarmıyorlardı. Fakat bu durum çocuğu rahatsız etmeye başlamıştı. Evin dışına çıkmış ve mutfağın camını kırmıştı. Cam kırıkları annesini yüzüne gelmiş ve birkaç yerden parçalanma gerçekleşmişti.
Cebinde para olsa bugün bırakıp kaçardı. Denizde boğulma numarası tutmamış, gece bağırıp çağırmasıyla da ilgilenmemişlerdi. Ağaca çıkıp kendini bağlayıp sabahlamak evde konu dahi olmamıştı.
Bütün bunların nedeni arkadaşının Almanya’ya gitmiş olmasıydı. Çünkü o da gitmek istiyordu. Arkadaşı onu çağırmış ve birlikte çalışırız demiş. Gencin hayali sevgi dolu bakışla başlasa da yaptıkları hiçbir şekilde doğru değildi.
Almanya onun için ulaşılması gereken son noktaydı. Almanya demek iş ve para demekti. İkisini de özlüyor ve evde huzursuzluğun büyüğünü çıkarıyordu.
Olaylara dayanamayan baba, oğlunu karşısına aldı ve tamam okulu bıraktın ve senin ihtiyaçlarını karşılayacağım. Seni istediğin yere göndereceğim. Sonra benden para istemeyeceksin ve ihtiyaçlarını göreceksin. Anne niçin gönderiyorsun? Baba, “Gıdıklayan tavuğun sancısı vardır.”
Otobüse bindiğinde ayağı yerden kesilmişti. Sabaha karşı otobüs garajına geldiklerini şoför söylediğinde şaşırmamıştı. Çünkü bir yeri bilmiyordu. Onu karşılayan arkadaşının kardeşiydi. Kalacağı yeri işçi kulübelerini gösterdiler. Gündüz dinlendi ve akşama maden ocağına indirildi.
Yer altında yabancı elemanların sınavına tabii tutuldu ve başarı gösterdi. Ona öyle söylediler.
Yeryüzüne gece çıkıyor ve sabaha karşı iniyordu. Tünellerin en uç noktasından kömür çıkarıyordu. Lise birinci sınıfta okuyacağı yerde kömür madeninin içine giriyordu. Onunla kimse konuşmuyor ve bir kilo daha fazla kömür elde etmenin yollarını arıyorlardı. Çalışanlarla aynı havayı soluduğum hâlde onlardan çok uzağım.
Düşündüklerini paylaşacak kimse bulamıyordu. Madende çalışanlar zaten Türkler diye düşünüyordu. Almanya böyle hayat mı geçerdi, diye beyninde birçok kurgular dönmeye başlamıştı. Almanya sevdalısı olan lise öğrencisi bir maden şirketinde çalışıyordu. Fakat para kazansa ne olacaktı. Gün yüzü görmüyordu. “Köle gibi çalışıyoruz. Yetmiyor bizi insan yerine koymuyorlar.” Diyordu. Bir iki sene bu şartlarda çalışman gerekir ki, sonra dışarı işlerde bulunasın diye bilgiler alıyordu. Ülkemize yakın diyordu. Fakat iş çok disiplinliydi.
Kulübenin kapısına yaslandı. Gözlerinin içi güldü. Mektubunu gönderecekti, arkadaşına sordu, bekçiye ver o atar dedi.
Mektup anama ve babama diye başlıyordu.
Ana ve babasına Almanya’dan ve çalıştığı ortamdan şikâyet ediyor ve dayanamayacağını yazıyordu. Dayanamayacaktı, böyle bir çalışma ortamına bıkmıştı hayatından olmaz olsun Almanya’sı ve de işi diyordu. Günyüzü görmüyorum, gece gündüz anlaşma gereği çalışıyorum. Artık canıma tak dedi. İnsana soluk bile aldırmıyorlar. Beni buradan kurtarın demek istiyordu. Mektubun cevabı gelene kadar kalacaktı, çıkıp gidemezdi. Altı ay dolmuştu, para ve izin alabilseydi kaçacaktı.
Soluk alamaz olmuştu. Çocuk olmak böyle bir şey diyordu. Acı içerisinde kıvranıyordu. Babasına üçüncü mektubu yazmış ve ben ettim sen etme diyordu. Alman’ın maden ocaklarında ölmek istemiyorum diyordu. Bir ay sonra bekçiyle konuşup kaçmayı planlayacaktı.
Şimdiden kaçarım ama hiçbir yer bilmiyordu. Nerede ise bir yıl olacak gün yüzü görmedim. Mevsimler gelip geçiyor haberim olmuyor.
Bugün paramı aldım, yarın kaçarım. Otobüse bekçi bilet alır ve giderim. Kimsenin de haberi olmaz. O akşam bekçiyle konuştu ve arkadaşının akrabası da geldi. Onu otobüse atacaklardı. Otobüsün kalkış saatini beklediler. Birlikte otobüse bindiler. Sabah İstanbul’da oldular. Oradan memleketine yolculuk başladı.
Onu babası karşıladı. Babasına sarıldı, ağlamaktan bir süre ayrılamadı. Eşyalarını alıp eve geldiler. Evde annesi ve kardeşlerine de ağladı. Bir daha evden dışarı mı çıkmak, öyle bir şey olmayacak dedi. Onu konuşturdular, onlara da güneş görmediğini toprağın yüz elli metre altında çalıştığını yaşadığı zorlukları anlatamayacağını söyledi.
Sekiz aylık parasını babasına verdi. Onlara hediye alamamıştı. Çünkü Almanya’nın şehrinde gezecek zamanı olmamıştı. Yorgundu ve yattı. Baba, hanımına “Bin nasihatten iyidir, bir musibet.” Dedi. Anne “O kadar ezilmesine iyi dayanabildik.” Dedi.
Öğretmeninin söylediğini aynen uyguladık. Oyunumuzu öğrenemediğine göre akıllandığını sanıyorum. Yoksa biz onunla nasıl baş edecektik. Şimdi adam gibi okur ve meslek sahibi olur. Bize de yaptığı eziyeti anlar. Anlamazsa kırk deve çeken eşek gibi, eşek olmaktan çıkamaz.
Almanya macerasını bu şekilde kurgulayan öğretmen ve baba iş birliği olumlu sonuçlandı. Bu sonuçtan sonra okula severek giden, hatta evden ayrılmayan öğrencinin başarılı olacağı ortadadır.
Hasan TANRIVERDİ