Sessizlik yüreğimde bir çığ gibi yer edinmişti! Yüreğimin içindeki sesin bir dili olsa da konuşsa ne vardı. Kim bilir neler konuşurdu. Sevgimi kimlere anlatırdı, neler fısıldardı kulaklara…
Ah ah! Nerede o eski dostluklar, arkadaşlıklar, sevgiler, saygılar, mutluluklar, sevinçler, neşeli dolu
günler…
Nereden çıktı bu sessizlik veya nedir bu yüreğin sessiz kalışı diyebilirsiniz? Aşkın, sevginin, âşık olmanın en büyük nedeniydi bu sessizlik… Herkes karşısındaki kişiyi tanıdıktan sonra ve onunla belirli bir dönem konuşup, hayatına aldığında, nasıl birisi olduğunu ve huyunu suyunu her şeysini bir zaman
geçtikten sonra öğreniyor ve anlıyor… O kişi belki de vazgeçilmez oluyor o insanın yaşamında. En çok sevilen, en çok özlenen…
Sevgiyi anlatmayı görev edinmişti sanki yüreğim.
Bazen aşk, bazen sevgiyi kâğıda dökmek için uğraşıyordu…
Bazen de “ah bu ihanetin gözü kör olsun diyor.” Belki de hırçınlığımı, kalemden kâğıttan başkası anlamadığı için çarem diye sarılıyordum kalem ve kâğıda. Çaresizliğimi, aldanışımı ve sessizliğimi tek anlayan onlardı belki…
Masamın başına oturuyordum ve yaşanılan tüm sessizlikleri bir bir çaresiz şekilde anlatıyor ve yazıyordum. Sanki benim sır arkadaşımdı. Ee tabii ki belirli bir zaman geçirince beraber sır arkadaşım da oldu, sevdiğim saydığım da… Bir ara yazmaya ara verdim.
Hırçınlaşmış, karar vermiştim artık yazmayacağım diye.
Sonra anladım ki zaman geçince insan daha da sessiz kalıyor ve gün geçtikçe de sessizliği bütün vücudumu sarıyordu… Kızıyordum, kendime öfkeleniyordum, yine hırçınlaşıyordum ve fırtına
gibi evet aynı onun gibi esiyordum, üzülüyordum, acıyordum. Sevip âşık oluyordum. Gezip görüyordum. Yürüyor, koşuyordum ama hiçbiri bana bir şey anlam ifade etmiyordu. Anlamıyordum ya da anlamazlıktan geliyordum. Ne garip diye düşünüyordum. Oysa ben artık kimse ile konuşmak, kendi içimdekilerini paylaşmak istemiyordum.
Kendime geleyim diye beş dakika mola verdim o esnada bir şiir aklıma gelmişti. Neydi bu şiir… Tabii ki Yahya Kemal Beyatlı’nın o güzel şiiri…
Sessiz Gemi
Artık demir almak günü gelmişse zamandan,
Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan.
Hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol;
Sallanmaz o kalkışta ne mendil ne de bir kol.
Rıhtımda kalanlar bu seyahatten elemli,
Günlerce siyah ufka bakar gözleri nemli.
Biçare gönüller! Ne giden son gemidir bu!
Hicranlı hayatın ne de son matemidir bu!
Dünyada sevilmiş ve seven nafile bekler;
Bilmez ki giden sevgililer dönmeyecekler.
Birçok gidenin her biri memnun ki yerinden,
Birçok seneler geçti; dönen yok seferinden.
Bu mısralarında ne kadar güzel ifade etmiş şair sessizliği… O gün için benim çok
hoşuma gitmişti ve bir kez daha okuyayım dedim ve okudum. Adeta sessizliği ve beni anlatmış
gibiydi mısralarında…
Sonra yazıma tekrar devam edeyim dedim… Biz istersek her şeyi yapabiliriz.
Tüm sessizliğimizi kanıtlayabilir, kendi iç dünyamıza kapanmayı ve sessizliğin sesini, mutluluğunu bir an olsun
dinlemeyi tercih ederiz bazen. Oysa biz yalnızlaşıyor, kimsesiz öksüz çocuk gibi
kalıyoruz ve hayatımız boyunca da kendi çizdiğimiz hayal dünyamızın sınırları içinde hapsolmuş gibi kalıyoruz. Bir zaman sonra bu sınırlar iyice daralıyor ve çıkılmaz bir hal alıyor. Bizde bunun farkına dahi varamıyoruz maalesef…
Bu sessizliğimizi biri gelse de bozsa yeniden, yeni bir hayata kavuşmak için elimizden ne geliyorsa yapmaya çalışıyoruz. Yapmalıyız da diyoruz bazen…
Hayatımızda, yaşamımızda ve ömrümüzün sonuna kadar sessiz kalmamak dileğiyle!..
YALÇIN SEVİM / SEVİMLİ ŞAİR