Güneşlenirken üç şeyi seviyorum.
Kitap okumayı…
Şekerleme yapmayı…
PLAJ fısıltıları…
Özellikle plaj muhabbetlerini dinlemek ilginç geliyor. Haberleri izlemeye gerek kalmıyor. Öyle hoş temalar işleniyor ki, özellikle kadınlar bir arada olursa…
Dün gelinler tartışılmıştı.
Vay efendim, ” benim gelin aslında kötü bir ahçı da ben sırf kavga etmemek adına onun pişirdiği yemeğe ‘ güzel’diyorum.”
Bir diğeri ise “Şekerim sen iyisin yine…Benimki tam bir şirret. ‘Güzel’ de desem inanmıyor. ‘Annen sanki benimle alay ediyor’ diyerek oğlumu üzerime sürüyor.”
Bir üçüncüsü sözü ele alıyor:
” Ayy, ne yaparsanız yapın el kızına yaranamıyoruz. Versen de vermesen de kötü biz oluyoruz.”
Birinin telefonu çalınca sustular. Konuşması bitene kadar suskunluk sürmüştü. Telefon kapanınca kadın söyleniyor:
” İti an çomağı eline al, derler ya…Şimdi benimki geliyor. Keyfim kaçtı hanımlar…”
Merak ediyorum acaba gelin gelince görüntüdeki kare nasıl değişecek?
Şekerlemeden vazgeçip doğruldum.
Az sonra gelin hanım iki çocuğu ile gruba katılıyor.
Kaynananın ağzı kulaklarında…Gelin hanıma bir iltifat, bir tatlı dilli ki sormayın. Diğer hanımlar da sanki ağız birliği etmişcesine aynı lisanı konuşan sempatik tutum sergiliyorlar.
Sanki az önce şikayet ettikleri gelin değil de Monoco Prensesi Grece Kelly gelmiş de itibar göstermeleri onadır, sanırsınız…
İnsanlar çift maskeli. Kimse iç benliği ile davranmıyor. Davransa da kıymeti bilinmiyor.
Hayatın senaryosu bir dram, bir komedi yazılmış, kim hangi rolü benimsemişse onu oynuyor.
Eh, ben de ılık bir meltem esintisine bırakıyorum kendimi. Isınan tenimi serin sulara bırakırken dudaklarımdan gönlümden esen bir dörtlük yuvarlanıyor:
“Ne dostluk, ne aşk yıkar insanı.
Aşk sanırız, gönül çeleni…
Dost sanırız, her yüze güleni…
İnsan sanırız, kaz niyetine tavuk yedireni…”
.
Eh, sonuçta;
Sadece sevildiğimizi sanıp, kanıp yanılırız.
Emine Pişiren/Akçay





















