Av sezonu açılmıştı. Günde bir saat kestiriyor, yatsam da uyuyamıyorum diyordu. Yarı uyanık hâldeydi. “Leyla gibi” onu tanımlıyordu. Arkası yıprak, cepleri renk değiştirmiş avcı yeleği ve yeleğe uygun pantolon ve botları vardı. Saç sakal karışmış yüzü soğuktan kararmış gözleri içe kaçmıştı.
Bu sezonda da “Derbeder avcıyı” oynuyordu. Konuştuğunda mangalda kül bırakmıyordu. “Derede çifteyi patlattım üç ördek, denizde serpmeyi attım, balıktan çekemedim. Başına gelen olayları da ömür boyu anlatsa bitiremem,” derdi.
Kör bir el feneriyle, gece boyunca derede kuş peşinde kalıyordu. Dereye inerken bize uğradı. Kapının önünde ayak üstü konuştuk. “El fenerin kendini ışıtmıyor. Bununla önünü göremezsin. Dere tepe gezinmen zor olmuyor mu?” Dedim. “Önümü görmeye çalışıyorum.” Dedi. İçeri geçtim, ağabeye hediye olarak aldığım el feneri paketini verdim.
Paketi açtı, el feneri olduğunu görünce, o kadar sevindi ki, boynuma sarıldı. El fenerini aksesuarlarını bağladı ve boğazına astı. Yaktı ve araba farı gibi, karşıları aydınlattı. Ona gözün gibi bakacağım dedi. Yeniden boynuma sarıldı ve derenin yolunu tuttu. Herhâlde el fenerinin ışığını gören, ördek ve balıklar, ağına koşacaklardı.
Av için, denizde balık, derede kuş peşindeydi.
Genelde balık avını tercih ediyordu. Deniz dalgalı olursa, dereye yöneliyordu. Denize arkadaşıyla gittiğinde kayıkla balık avlarlardı. Arkadaşı gelmezse, mendirekte oltanın çengellerine kuvvet derdi. Balık avı başarılı geçtiğinde, olta balığı diyerek satıyordu.
El fenerinin aydınlatmasından çok memnundu. Fakat el feneri gece yürümene dikkat et demiyordu. Dereye yaklaştığında batağa saplandı. Elindeki tüfeği düştü. Dizine kadar çamur oldu ve kaval kemiği soyuldu. Soğuk suya rağmen, derede el fenerinin ışığında çamurlanan yerlerini sildi. El feneri çok işine yaradı. Mendirekte de sabaha karşı, yosunlu taşa bastım ve suya gömüldüm. Soğuk su katılmış çorba gibi perişan oldum.
Beyninde sanki öç alma duygusu belirdi. İçinden el fenerim yansın, isterse dizim de soyulsun. Ava çıktığımda başıma gelmeyen kalmıyor. Aklına ormanda da ağacın dalına takılıp düşmesi geldi. Acaba bana nazar mı değdi, dedi.
Boynundaki fenerini tuttu, söndürdü etrafı karardı. Hemen yaktı, sevindi heyecanlandı. Gölün yukarısına konan ördeği kolladı ve biraz daha yaklaştı. Ördek ışığın etkisiyle, kalktı ve hızla uçtu gitti. Sabah ışıyana kadar bir ördek avlamalıydım. Yoksa gün ağarmadan balığa mı dönseydi. İkilemde kaldı ve uyku bırakmayınca eve yöneldi. Eve çıktıktan sonra, denize inemem. İçinden ürperdi, soğuk damarlarımı daralttı. Kayığı denize indir, av takımlarını al çok zor. Zaten sabah oldu, geç kaldım.
Dereden ayrılıp patikaya çıktı. Patikada arklar taşlarla dolmuştu. Yürümede zorluk çekti. Buralardan sanki ilk defa geçiyorum. Bir iki ağaç dalını kaştan aşağı savurdu. Patikaya bırakılan ağaç kütüklerinden atladı. Geri döndü, bu kadar düzensiz bırakana kızdı. Ayıp yaşlı biri geçemez, böyle bırakılır mı dedi. İnsan dedi, kâğıt parçası değil ki, yırtıp atasın. Dut ağacının dibine geçti. Dereye baktı, tepelerin bulutu yaklaşıyor gibiydi. Bu soğuk kar getirir. Deniz de sakindi. Hava fırtınaya gebe dedi.
Toparlanmaya çalışsa da karamsar düşünceler beynini kurcalıyordu. “Avcılık keçi boynuzu yemeye benzer.” Dedi.
Güneşin doğduğu saatte, arkadaşını aradı. Arkadaşı, yolcusunu uğurlamaya gitmiş, dere ağzından geçerken, derede far gibi yanan ışığı gördüm. Sana ekmek kalmayacağını söyleyeyim. “O ışık bendim” dedi.
Böyle durumlar avcının arızalı günleridir. Başını salladı, belli belirsiz gitti geldi başı öne ve arkaya. Deniz bu saatten sonra çekilmez, gitmesem iyi olur dedi. Eve doğru rastgele bir iki adım attı. Ayağına demir teli takıldı. Az kalsın başının üzerine dikiliyordu.
Yorgun bilincinin erişilmez derinliklerinden, acı veren olaylar geçiyordu. Üzüntü içerisinde çırpıntı, yüzünü astı. Uyur uyanık hâlde kaldı. Yüreğine dolan ürküntü dağıldı, korkuları kayboldu. Çevresinde dolanan felaketlerden sıyrılmak istedi. Dayanılmaz acıları böylelikle unutuyorum. Kimseyle dertleşmek mümkün olmuyor. Gece gündüz deniz ve deredeyim. Keyfimden dolanmıyorum. Sinirliydi, acıları yumak olmuş, yüzüne dolanmıştı. Gecelerim gündüz oldu, el fenerim çevremi aydınlattı. Arada parmakları titriyordu. Hayatın kuralları, parmaklarımda hasar bıraktı.
Rüzgâr, denizi kül rengine dönüştürdü ve bulutlar acımasızca yaklaştı.






















