Sahile kadar uzanan arazi, derya bir zeytinlik bahçesiydi. Arazinin sayvana yakın kısmında sebze ekimi yapılıyordu. Bunun haricinde, gözün aldığı her taraf zeytin yeşilinin en güzeliyle donanmıştı.
Sayvan, zeytinliği kuş bakışı gören, gözetleme kulesi gibiydi. Deniz ve zeytin kokusunun geldiği sayvandan ayrılmak istemiyorduk. Ayrıca denizin esintisine göre suyun aldığı rengi görmek harikaydı, yoksa bu güzelliğin anlatılması oldukça güçtü.
Otların kavrulduğu yaz ayında, zeytin ağaçlarının değeri ölçülmezdi. Onun için her gün ağaçları kontrol eder, ne gerekiyorsa yapardık. Deniz kıyısına varır, dalgaların çalkantısına ayaklarımızı uzatır ve keyfimizce dinlenirdik.
Zeytinliği saran esinti, zeytini olgunlaştırırken lezzet de katıyordu. Zeytinin değeri, “toprak, su ve denizin esintisinden” kaynaklanıyor, demek boşuna değildi.
Yorgun kalktı, hava kapalıydı. Oltasını aldı ve zeytinlikten sahile indi. “Kahvaltıda balık kızartacağız,” dedi. Bugün de balık için dalgalarla buluşacaktı.
Sabahın seherinde deniz serin oluyor, balıklar sahile yaklaşıyor, bu olayı lehime kullanmalıyım, dedi ve oltasını attı. Düşündüğünden daha çok balık tuttu. Yeter diyerek eve dönmek istedi. Yunus’un kenara kadar gelmesini iyi yorumlamadı. Yunus da takla atıp geri döndü.
Balıkları kesti ve çeşmede yıkadı. Sonra bahçedeki ocakta kızarttı. Sabah kahvaltısında afiyetle balık kızartması yerken, fıskiye ile serin serin soluklandı.
Çevredeki kır çiçekleri açmış ve görsel bir şov oluşmuştu. Bahçe kapısından eve kadar da çiçekli yoldan yürünüyordu. Hanımelinin oluşturduğu tak görülmeğe değerdi. Renkleriyle sardunyalar, karanfiller, açelyalar ve Atatürk çiçeği. Güllerin pembesi, kırmızısı ve kadifesi. Saksıda begonyalar ile her tarafı al pul çiçeğe bürümüş olan, sarmaşığa hayran kalmıştık.
Zeytinliğin arka yüzü koruluktu. Koruluk deniz görmediği için kimsenin gitmediği yerdi. Onun için koruluğa “kimsesiz” adını vermiştik. Kimsesizde gezinmek, çam ağaçlarını büyüklüklerini görmek açısından önemliydi.
Akşam üzeriydi. Meyveler toplanmış, bir kısmı reçel ve bir kısmının da suyu sıkılarak değerlenecekti. Denizden çıkan ve kayıklarını kenara çeken kayıkçılar, çöplerini zeytinliğin kenarına atıldıklarını gördü. Eline bastonunu aldı.” Eşine ve çocuklarına mahalleyi toplayın, gelin. Durduk yerde al başına sıkıntıyı,” dedi.
Hemen zeytinliğin dibine indi. Kayıkçılara çöplerinizi uygun yere atınız. Burada çöp görüyor musunuz? Dedi. Çöp atanlar itiraz edecekti ki, mahalleli geldi. Korku üzerine çöplerini aldılar ve çöp sepetine taşıdılar. Kayıkçılar, zeytinliğin dibini temizleyip çöplerini attılar.
Çocukların getirdiği meyveleri kayıkçılara verdi. Birlikte yediler, Zeytinci ve kayıkçılar barışık bir havada meyve yiyerek sohbet ettiler.
Kayıkçı, “Kıyılarımızı korumak elimizde, kötülükten bir şey çıkmaz,” dedi.
Hasan TANRIVERDİ























