Yetmişli yıllar, altın harflerle yazılması gereken, anılarımı kapsar.
Altın harfli anılar, yaşantımda belki her şey değildi. Fakat altmış sekiz kuşağı olarak, ideolojik akımlara, çatışma zemini hazırlanmasında, ev sahipliği rolünü oynadık. Ev sahibi olarak, gözlem ve deneyler kişiliğimizin gelişmesine, neden oldu.
Yıllar içinde kişiliğimize, birçok hatalar da eklendi. Sis gibi üzerimize çöken bu hataları, büyüklerin telkinleri ve okuduğum kitaplar sayesinde belleğimden uzaklaştırdım.
Yılların sisini yanlış yerlerde aradığımıza inanıyorum. Hamaset fırtınasıyla gerçeklerden uzaklaştık. Bu uzaklaşmanın, eğitim ve öğretim gerçeğinden kopma olduğunu geç de olsa anladım.
Duygusal davranışları mertlik zannedip bozkırda koşturulduk. Fakat güzelim kır çiçeklerini görmekten yoksun kaldık.
İnsanımızın kimyasını çözenler, tüm argümanları kullanarak, toplumsal birliği ayrıştırmanın yolunu buldular. Ülkede her türlü, ayrımcılığı körüklediler. İnsanımızı birbirine düşürdüler.
O yıllarda kukla olmaktan çıktık, robotlaştık. Robot olarak, zekâ devrelerimiz yandı, yakıldı ve oyuncak olduk. Ne yazık ki bu durumu fark edemedik. Bu yılların yaşantımıza, katkılarını görmezden gelmek, günün anılarını inkâr etmek, demekti.
Hissiyatımı, şimdi gülerek karşılıyorum. Fakat o yılların atmosferini yüceltmeyi nostaljik olarak, görev biliyorum. Bu davranışlar, hayatın akışına ters olsa da o günün gereği olarak, iç dünyamda yer aldı.
Yetmişli yılların hareketliliğine, yeni umutlara ve karamsar anlayışa hiçbir şekilde kapılmadım. Düşüncemin etkin ve kapsamlı olacağını zannederken, dar bir çevreye sıkıştırılmak gibi algılama problemi yaşadım.
“Sorunların çözülmesi adına yetkililer çalışıyor,” anlayışıyla, gençliği olaya müdahil etmediler.
Ülke bütünlüğüne karşılık, “kahret vatan düşmanını,” diyerek gençliği algısız düşürüp ülke zenginliklerini yabancının eline verdiler. Karnımız doyuyor, başka bir şeye, ihtiyacımız yok deyip insan mühendisliği yaptılar.
Yetmişli yıllar, bir taraflara savrulduğumuz, olayları da yaşadım. Günün şartlarına göre ağır yükün altına girdim. Hissi olarak yaklaştığımız, olayları çözeceğimizi zannettik.
O yıllarda en büyük hatam, zamanı başarılı olarak kullanamadım. Ayrıca çevresel etkileri en aza indirip başarıya odaklanamadım. Yalnız halk arasında bir deyim vardır. “İpin ucunu kaçırmak,” işte ipin ucunu da kaçırmadım, diyerek teselli buluyorum.
Yıllar üstüme gelse de kendimi gül bahçesinin ziyaretçisi kabul ettim. Bahçede bülbülü dinledim ve yüreğimin derinliklerinde, güle olan aşk ilişkisini yaşadım.
Yetmişli yıllar toplumu da açık düşürdü. Açık düşen topluma haklı ve farklı yaklaşımlar gösteren guruplar oldu. Gurupların çatışması maalesef söz konusuydu. Akıllı hareketin gerçeklerle taçlandırılması üstünlüğünü kimse gösteremedi.
Ortadoğulu durumuna düşürülmek, böyle bir şey olsa gerek.
Hasan TANRIVERDİ