Ekonomik yaşamın giderek liberalleşmesi, kitle kültürünün ve ürünlerinin doğuşu ile birlikte sinemada göç ve bağlantılı sorunlar 1960 larda Türk Sineması’nda da yer bulmuştur.
Bu yıllar Türkiye’de her türlü sosyal, siyasal ve kültürel tartışmaların yaşandığı yıllardır. Kent ve köylerdeki toplumsal yapı belirgin düzeylerde farklılıklar göstermiş, özellikle modernleşme çabaları ve makineleşmenin sonucunda işsizliğin artmasıyla tarımsal alandaki topraksız köylüler başta İstanbul olmak üzere büyük şehirlere göç ederek şehirlerin toplumsal ve kültürel yapısını hızla değiştirmiştir. Türkiye’nin kentleşme serüvenini ve göç olgusunu kendisine konu edinen filmler, bu durumu aktarmak için bireyin kente varışıyla birlikte yaşadıklarını araştırarak, adeta o dönem yaşananları belgelemektedir.
Büyük kentlere doğru gerçekleşen bu toplu yer değiştirme hareketinin sinemada yer alması ile Türkiye’nin yakın dönem tarihine tanıklık edilmesine aracı olmuştur. Kentlileşme olgusu, göç ve gecekondu kültürü sıklıkla filmlere konu edilmiştir. Ülkenin farklı coğrafyalarındaki sosyal ve kültürel farklılıklar sinemada kullanılmış, büyük kentler özellikle de İstanbul bu filmlerde dekor olmuştur.
“Göç” ün nedenleri değişken olmakla beraber iç göç olgusunun başlıca sebepleri yoksulluk, geçim sıkıntısı, modernleşme arzusu ve nüfus artışı olarak ortaya çıkmış ve göç eden insanlar kendi kültürlerini büyük kentlerin varoşlarına taşımışlardır. Öncelikle edebiyata konu olan gecekondulaşma ve arabesk kültür daha sonrasında sinemada konu edinilmiştir. Bu konudaki filmlerin başlıcaları: (“Gurbet Kuşları” (1964), “Bitmeyen Yol” (1965), “Gelin” (1973), “Düğün” (1973), “Diyet”(1974) dir.
Önceleri mevsimlik işlerde çalışmak üzere geçici olarak kente gitmek biçiminde başlayan göç, zamanla gurbetçilerin kente yerleşmeleri ve ailelerini-akrabalarını yanlarına almaları biçimine dönüşmüş, bir bakıma gurbetçiler, kente göç olayının öncülüğünü yapmışlardır. Türkiye’de kente göç ile konut gereksinimi ortaya çıkmış, plansız bir şekilde nüfus artışı olmuştur. Çevre kirliliği ve alt yapı sorunlarının ortaya çıkması ile kültür çatışması yaşanmıştır. Dekorunun tümüyle ve etkin bir şekilde kullanıldığı gecekondular, Keşanlı Ali Destanı, Sultan, Düttürü Dünya, hatta Canım Kardeşim ve Gelin gibi filmlerde net bir biçimde görülebilir.
“Gecekondu” kelimesi 1940’lı yıllarda kullanılmaya başlanmıştır ve filmlere konu edilmiştir. Atıf Yılmaz’ın Orhan Kemal’den uyarladığı 1959 tarihli “Suçlu” filmi (bir çocuk hikâyesi olmasına rağmen) istimlak yerleri, gecekonduları ve döküntü evleriyle İstanbul’un yeni kentsel oluşumunu canlandıran ilk filmdir.
Daha sonra 1964’te yine Atıf Yılmaz’ın Haldun Taner’in piyesinden uyarladığı “Keşanlı Ali Destanı”, tipik bir gecekondu filmi olarak, Sinekli Mahallesi’ndeki kabadayı Keşanlı Ali’nin, sevgilisi Zehra ile olan ilişkisi ve muhtarlık seçimlerini kabadayılık yaparak kazanmasını temsil ederken, gecekondu hayatı müzikal-güldürü formunda sahnelenmiştir. Osman F. Seden’in “Sokak Kızı” filmi, zengin delikanlı-gecekondu kızı-milyoner fabrikatör üçlüsünün hikâyesi anlatılmıştır.
Gecekondular ilk kez 1967’de Feyzi Tuna’nın çektiği “Gecekondu Peşinde” ile bir filme isim olmuştur. Böylece İstanbul gecekonduları, sadece bir şehrin değil, bütün bir ülkenin şartlarına sinemasal dekor olmaya başlamıştır. Kartal Tibet’in “Sultan” filminde ise tümüyle gecekondu halkı, gündelik yaşamları ve aşkları canlandırmıştır.
Gerçekleştirdiğim okumalardaki kaynaklara göre 1972’de başkent Ankara nüfusunun % 65’i gecekondu halkından oluşmaktadır. Buna rağmen şehrin bu özelliğini temsil eden film sayısı oldukça azdır. Gecekondulaşma, Türkiye’nin büyük-küçük her kentinde yaşadığı halde kamerasını İstanbul dışındaki kentlere çeviren az sayıda film bulunmaktadır. Örneğin Gaziantep, İzmir, Adana, Mersin gibi büyük kentler ile daha pek çok kentin gecekondu manzaraları sinemada yeterince kaydedilmemiştir.