Sevgili okurlarım, yaşam sürecinin içinde nasıl üretken bir insan olunur düşüncesini sizlerle paylaşmak istedim.
Çok basit gibi görünen bu düşünce, aslında çok önemli bir veriyi ortaya koymaktadır. Çocuklarımızın almış oldukları eğitimle, kazanmış oldukları verileri bir araya getirdiğimizde, hangi meslek ve sınıf dallarında eğitim almış iseler, o alanda bir takım sorumlulukları taşımak zorunda kalmaktadırlar. Sebebine gelince, kendilerinden sonra gelen kuşaklara üstlenmiş oldukları sorumluluğu, aktarmaları kaçınılmazdır. Çağdaş medeniyet hedeflerine ulaşmak için, kendi ürettiklerini çok iyi bir biçimde yerlerini alacak olanlara bırakmalarıyla özdeştir.
Asıl ana tema, ele alınacak konulardan biriside, öğrenme çağındaki bütün çocukların ihtiyaç duydukları bilgileri anlayacakları bir dilde anlatılmasını sağlamaktır. Hatta bu çocukların düşünce dağarcıklarını zenginleştirme adına, okuma ve araştırma eylemine yönlendirmek birinci derecede, anne babanın ve öğretmenin görevi olmalıdır.
Bu itibarla en önemli temel görevimiz, çocuklarımızın da düşünsel melekelerini geliştirmek ve onları topluma kazandırmak olmalıdır. Onları tarih ve kültür mekânlarına götürerek, esinlenmelerini sağlamaktır. Kültür varlıklarımızın, korunması yönünde, çok önemli fikir ve düşünce kavramlarını kazandırmaktır. Bu kazanımların kendilerinden sonraki kuşaklara intikal etmesinin sorumluluğunu öğretmektir.
Böyle bir olumluluğun oluşması için, annelerin çocuklarını çok iyi yetiştirilmesine bağlıdır. Bu yetiştirilme sistemi içinde, çocukların doğum öncesi ve doğrum sonrası sonucuna bakmak ta gerekmektedir. Çocuklara kazandırılması gereken pozitif davranışlarla birlikte, kişilik ve karakter yeteneğinin kazandırılması da çok önemlidir. Öncelikle bu verimliğin anne karnından başlayan süreçten itibaren, yedi yaşına kadar geçen zaman içinde olumlu bir şekilde devam etmesine bağlıdır. Böylece, yedi yaşına kadar devam eden süreçte, adam olmanın yüzde ellisi gerçekleşmiş olur. On sekiz yaşına kadar geçen zamanda ise, yüzde yirmi ilaveyle gelişim büyük ölçüde tamamlanmış olur. Yüzde yüzlere ulaşmasını düşünecek olursak, o sonucun ancak çok üstün zekâlı ve dâhilik taşıyanlar için bir sonuç ortaya çıkar. O zaman ülkenin geleceği parlak olacağı gibi, bilinçli bir toplumun oluşması ve gelişmesi de gerçekleşmiş olur. Ne var ki, büyük bir kesime mensup ailelerin çocukları,
milli gelirden eşit miktarda pay almadıklarından, beyinsel zekilik olsa bile, hedeflerine ulamamaktadırlar.
Sorarım sizlere, bizde böyle bir pozitif insanın yetiştirilmesi gayret ve çabası söz konusu olmakta mıdır? Eğer gerçekten var olmuş olsaydı, bugün birçok diplomalı işsiz güçsüz gençlerimiz sokaklarda dolaşıp, kahvehanelerde boyun büker miydi?
Elli yılı aşkın bir eğitim öğretim sürecinde, milli eğitim politikaları milli geleceğin yönünde sürekli yenilenmiş olsaydı, bu günlere bu şekilde yoksul bir düzen içinde gelme imkânı olur muydu? Bu ölçülerde toplumsal hayatın düzeni doğru olumluluk içinde devam etmiş olsaydı, bu gençlerimiz işsiz güçsüz kalır mıydı?
Genç yaşta, ülke ekonomisine katkı sunmaları gerekirken, hayata küserler miydi?
Bu soruların cevabını verdiğimizde, kendi payımıza düşen hatayı anlamış oluruz.
Bir gerçeğin altını çizmemiz gerekirse, iktidara talip olanlar kendi siyasi düşüce ve görüşlerine göre eğitim programları yazarak “Milli Eğitim’i” milli olmaktan çıkararak, yaz- boza çevirmişlerdir. Bu nedenle istenilen hedeflere ulaşmak mümkün olmamıştır.
Bir eğitimci olarak yılların yılı içinde gördüğüm o dur ki, insan hedefli eğitim değil, sanki farklı bir canlı yetiştiriliyormuş gibi, bir tutum ve davranış sergilenmektedir.
Yeni yetiştirilen neslin, pozitif bilimden uzak yetiştirilmesine özen gösterilerek, cumhuriyetin ve laikliğin temeline dinamit koyulmaktadır. Ülkemizin geleceğini emanet edeceğimizin çocuklarının içinde bu şekliyle, asla küçümsenmeyecek kadar beyinlerinin etkilendiği çok sayıda çocuklarımız olacaktır.





















