Kuzey akşam yemeğinde, annesinin her zaman mükellef bir şekilde hazırladığı sofrada, babasıyla sohbet ediyordu. Doğan Bey:
“Oğlum, artık on sekiz yaşında bir yetişkin oldun. İyi bir üniversitede okuyorsun. Emin ol iyi bir işin ve hayatın olacak. Ama daha iyi bir hayatın olabilmesi ve gerçek mutluluğu yakalayabilmen için seçtiğin kadın, hayat yolculuğunu paylaşacağın insan çok önemli. Heyecanlı, akıllı ve meraklı bir gençsin. Ancak bu yeteneklerini doğru kullanmazsan bunların hiçbir anlamı yok. Sana baba nasihatim, seçtiğin kadın sana hayal ettiğin cenneti verebilir. Seçimlerinde dikkatli ol!”
“Baba bunlar için daha çok erken, uzun uzun konuşuruz daha sonra ya” dedi gülerek Kuzey.
Tayfun daha on dört yaşında, ergenliğin başında bir delifişek, kıkırdayarak omuzuna vurdu ağabeyinin. Lale Hanım, hayatının son müziği olarak bestelediği Sonat’ı emzirmiş, bebeğinin karnını doyurduktan sonra yatağında uykuya bırakmıştı. Üzerine sinmiş taze bebek ve süt kokusuyla tabaklara yemek servisini yapmaya başlamıştı tam bu sırada.
Baba oğulun konuşması Lale Hanım’ı çok eskilere götürdü o an. On beş yaşında evlendirildiği kocasının ona “eline sağlık yemekler mükemmel” diye iltifat ederken hissettiği sevgi, ilk bebekleri Ahmet’i gömdükleri gün duyduğu hüzün, Kuzey’i, Tayfun’u ve Sonat’ı evde doğurduğu anlarda yaşadığı mucize, yuvasındaki sıcaklık, güzellik… Ve her şeye rağmen ne kadar şanslı olduğu geçti aklından. Kocaman ve biçimli ela gözlerine dolan yaşların uzun ve gür kirpiklerini kırpıştırarak dışarı akmasını engellemeye çalıştı. “Sulu gözlülüğün lüzumu yok şimdi” diye düşündü içinden.
Her zaman çok güçlü ve kontrollü bir kadın olmuştu. Her şey bu kadar güzelken sofranın tadı kaçmasın istedi.
Doğan Bey zor bir adamdı. Anadolu’nun “deli yürek” dediği türden biri. Çok çabuk öfkelenirdi. Ancak o denli hızlı yatışırdı. Adaletsizliğe hiçbir şekilde tahammülü yoktu ve böyle durumlarda gözü hiçbir şeyi görmezdi. Ama tüm dünyaya yetecek kadar sevgi ve bir o kadar da vicdan vardı yüreğinde. Ailesine bakarken kalbine doğan gururla birlikte, gözlerinin buğusunu, ortamın keyfi kaçmasın diye küçük bir el hareketiyle geri itmeye çalıştı.
Kuzey, anne ve babasındaki duygusallığı sezerek ortamı yumuşatmak için, yeşil gözbebeğinde muzip bir pırıltı ile kahkaha attı, yaşayacaklarını bilmeden:
“Baba, yaşlanıyor musun yoksa? Ne bu duygusal konuşmalar böyle, vasiyet gibi… Sen merak etme. Kimin oğullarıyız biz?” dedi.
“Lale bak hele şunlara, ne yaparlarsa yapsınlar laf da söylenmiyor arsızlara. Nöbetim olmasa rakı da patlatırdık, iyi olurdu. Neyse bitirelim şu yemeği. YARIN akşam sen şöyle bir çilingir sofrası kurarsın, Kuzey de çalar bağlamasını, güzelce demleniriz beraber” dedi gülerek Doğan baba.
Tek kanallı devlet televizyonunda Yurttan Sesler Korusu, Neşet Ertaş’ın en sevdiği türküsünü söylerken Lale Hanım sevdiceğinin yanına oturdu ve birbirlerinin gözlerine bakarak şarkıyı birlikte mırıldanmaya başladılar:
Yazımı kışa çevirdin
Karlar yağdı başa Leyla’m
Viran oldu evim yurdum
Ne söylesem boşa Leyla’m
***
YARIN…
Nasıl bir zenginliktir bu kelime. Birçok insan milyonlarca kere söylemiştir bu kelimeyi. Bu lükse her zaman sahip olduğumuzu düşünürüz. Hiç bitmeyecek yarınlarımız olduğunu zannederiz. Artık bir yarına sahip olamayacağımızı anlayana kadar tüm hayatımızı erteleriz. Duygularımızı, söyleyeceklerimizi, yapacağımız her şeyi, sevgiyi, sevinci, mutluluk anlarını, gülmeyi, hüznü hatta ağlamayı bile erteleriz…
Öyle bir an gelir ki tüm yapmadıklarımız, yapamadıklarımız için ağlarız.
Doğan Bey’in YARIN akşamı hiç olmadı.
O çilingir sofrası hiç kurulmadı.
Birlikte geçirdikleri son akşam yemeğinden sonra neşeyle göreve uğurladığı babasının, morgdaki bedenini teşhis etmeye gittiğinde, Kuzey ağlamayı da erteledi.
Günlerden bir gün biz kızla tanıştı. Babasının vasiyetindeki kızla. Bağlamasının tellerinden “hatasız kul olmaz” ezgisi çıkarken… Ve sonra kızın elinden tuttu ve ağzından dökülen Oğuz Atay’ın mısralarıyla birlikte ağladılar:
“Gel seninle bir kez daha ağlayalım. Yaşanmışlara, yaşanmamışlara, bir de hiç yaşanmayacaklara!”
O günden sonra hayatında hiçbir şeyi ertelemedi Kuzey, ağlamayı bile…



















