Beni her gördüğünde “kız seni çok seviyorum,” “çok özletiyorsun” “bir araya gelelim sohbetin dibini bulalım,” vb, sözler eder, sıkıca sarılır koklar “ohh miss gibi leylak kokulu kadın” derdi bana…
O karşılaşmalarda iki duygu hali çekerdi gönlüme. Hem kendimi çok şanslı hissederdim, hem de ayrılınca da “vefasız”…
Bir gün aklıma düştü. Evinin yakınlarından geçiyordum, “hadi ona sürpriz yapayım,” düşüncesiyle yakınlarda ki bir marketten kahve ile hazır pasta alıp kapısını çaldım.
Uzun uzun zile bastığım halde kapı açılmıyordu. Oysa içeriden az önce sesler geliyordu. Sesler ben zili çalınca kesilmişti. Kapıyı ısrarla çaldım. Hiç yapmadığım bir davranışla kulağımı kapıya yasladım. Bir süre sonra çocuk sesi duyar gibi oldum.
“Anne açayım mı?”
İkinci sese nefesimi tutarak kulak verdim.
“Hayır, açma. Şimdi çekemem onu!”
Ses fısıltı şeklindeydi. Kafamı çektim kapıdan. Gözetleme deliğine tam parmağımı kapatmayı düşünürken, delik kararmıştı. Gözlerimi ayırmadan gözetleme deliğine bakıyordum. O esnada aydınlandı ve geçen görüntüyü farkettim.
İçerideydi, açmıyordu!
Bir süre yutkundum. Aklımın ve yüreğimin sesini dinledim.
Aklım diyordu ki; “Çekip gitmek ve onu unutmak en doğru seçim olur!”
Yüreğim ise; “Hayır gitme. Önce dinle onu. Yüzleş duygularınla!”
Yüreğimin sesi daha yakın geldi. Vazgeçmeden önce duygu izi bırakmak istedim. En iyi yaptığım eylemdi yüzleşmek. Yüksek sesle kapıyı elimin ayasıyla vurdum:
“Seni ve torununun ne dediğini duydum. Aç şu kapıyı da son kahvemizi içip son sözümüzü edelim!..”
Kapı ardına kadar açılmıştı..!
Emine Pişiren/ Akçay
“Seni bir ay sonra neden terk ettiğimi, hâlâ anlamış değilsin değil mi?”























