Gece bir aç sivrisinek yüzünden hiç uyumadım, desem yeridir. Tam uykuya dalıyorum, kulağıma, yanağıma şamarlar indirip uykumu kaçırıyorum.
Işığı açıp elimde sinek kovucu ile bekliyorum. Öyle zekiler ki, tam yaklaşıyorum vuracağım bir anda konduğu yerden kaçıyor. Nereye saklanıyor? Hiç göremiyorum.
Şimdi diyeceksiniz ki; İlaç sür, tablet kullan, odayı ilaçla.
Yapamam!
Allerjim var!
Neyse…
Uykum iyice firar edince gözlerim yorulsun, diye telefonumdaki “sözcük bulma” oyununa kaptırıyorum kendimi.
Ama nerdee ?
Gözlerim yorulmak şöyle dursun, hele ki sözcük düellosu başlayınca; kimi sözcükler belleğimi hallaç pamuğu gibi havalandırıyorlar.
Bıraktım sivrisinek avcılığını aklıma çelme atan, gözbebeklerimi okşayan iki sözcüğü düşünmeye başladım:
Viraha ve Saudade…
Anlamları ne kadar da zarifti, ne kadar da ağırdı. Ve bir o kadar da derinlere taşıdı beni lirik bir ırmakta yüzer, gibi…
İlki Hintçe, ikincisi Portekizce sözcüklerdi.
Viraha: Ayrılık sonrasında o kişiyi çok sevdiğini anlamak, fark etmek anlamını taşırken,
Saudade: Özlediğini hiçbir zaman kavuşamamak anlamında bir sözcük.
Ne hoş değil mi?
Bence her ikisi de Türkçe’mize kazandırılmalılar.
Neden mi?
Güzel Türkçe’mizi zaten Arapça, Farsça, Osmanlıca, Fransızca, İngilizce, vb, gibi yabancı sözcükler kuşatmış zaten.
Şiir gibi anlam yüklü biri Hintçe, diğeri Portekizce iki lirik sözcük niçin kazandırılmasın?
Fazla sözcük, akıl şaşırtmaz.
Aksine düşündürtür…
Emine Pişiren/ Akçay























