Bu, kendini tanıma çabasıyla başlayan, kabullenme sürecinde yoğunlaşıp ve kabul ettirme kısmında yeni keşiflerle var olma sebebidir.
Küçüklükten itibaren baskıcı bir aile yapısıyla yetişmişseniz, değersiz olduğunuz hissettirilmişse yoğun geçen bir sancı başlayacaktır. Otoriter bir dedenin, babanın bu baskı versiyonundan sıyrılmak kimi zaman gençlerin üniversiteye başka şehre gitmesi, erkeklerin askere veya işe başlaması ya da evlenmesiyle gerçekleşir. Kişinin yetiştirilme tarzına ve aile ile olan ilişkilerine de bağlı olarak bunu aşmaları mümkün olamayabiliyor.
Aslında değişim, dönüşüm hayatın içindedir. Akış halinde olup onunla birlikte ilerlemeyi öğrenmek gerekir. Yontulmaya, eğitilmeye, savaşmaya ve eğilip bükülmeye attığın adımlarla yol alırsın. Bu yolda geri vites atmadan, çabalayıp mücadele edersin. Sen kendin olduğuna inandığın ana kadar. Hiç kimse sıradan insan olmak istemez. Dale Carnegie, “Toplu halde çektirmiş olduğunuz resim elinize geçince kime bakarsınız?” der. Tabi ki önce kendimize. Silik olmak istemeyiz. Resim yapmak, dans etmek, okumak, yazmak, eğitmek, spor yapmak derken bir şeyler yaparak kendimiz ve başkaları için işe yaradığımızda varlığımızı da ispatlamış sayarız. Bunları yapamayan ve baskıcı otoriterden gelen kişilerin toplumdaki yerleri hep başkaları olmaya çalışmaktır. Ben olamadıkları için rol model ararlar. Hırsına kapılmayan ve bilgeliği elden bırakmayan için rol model seçmek iyidir.
Küçük işler, küçük hedefler ve kişilerle uğraşmadığın süreçte varlığını ortaya koyma sancısı çekmeyeceksin. Ne kadar çok nasihat veriyorsan o kadar iyiliğini istemiyorsundur. Ne kadar çok biliyormuş gibi konuşuyorsan o kadar bilmiyorsundur. Bütünüyle ele aldığımızda cehalet, yetersizlik, hiçbir şeyi yapmamış olan ve daha da kötüsü erişmeye çalıştığı hedefi olmayanlar varlık falan gösteremezler. Olsa olsa varmış gibi görünüp olmadıklarını anladıklarında, çirkinliklerini aynada görmeye bile tahammül edemezler.
Varolması için uzanan yardım elleri ters teper.
“Bir gün, küçük bir kozada minik bir delik açıldı. O an kozayı seyretmekte olan adam, bedenini o delikten dışarıya çıkarmak için çabalayan kelebeğe çok acıyıp yardım etmeye karar verdi. Kozadaki deliği genişleterek içinden çıkmasını sağladı. Ancak dışarı çıkan kelebeğin kanatları bedenine oranla daha küçük, kuru ve buruş buruştu. Şaşıran adam, zamanla kelebeğin kanatlarının gelişeceğini umut ederek beklemeye başladı. Ama bu hiçbir zaman gerçekleşmedi. Çünkü hayat suyu, kelebeğin bedeninden kanatlarına ancak kozadan çıkmak için çabaladıkça akabilirdi. Kelebek ömrünün geri kalanını, uçma hayalleri kurarak, kocaman bedeni ve küçücük kanatları ile sürünerek geçirdi. Hiç uçamadı.”


















