Naif Çocuklardık
Naif çocuklardı bizim nesil,
Büyüyünce de nasıl yetiştirilmişsek öyle kaldık,
Terbiyeli, saygılı, dürüst, tutumlu…
Bitince kıyamazdık atmaya
Ne kitabı ne ayraç yerine kullandığımız kuru gülümüzü…
Defterlerimizi bile süslerdik yukarıdan aşağıya
Renk renk kuru boyalarla
Tıpkı yüreğimiz gibi…
Güzel bir nesildik…
Yere düşen ekmeği bile alır
Bir yüksekçe yer, bir duvar bulur koyardık
Kuşlar yesin ayak basmasın diye…
Güzel çocuklardık biz,
Utanç nedir bilirdik
Pişkinlik yapanın adı çıkardı arsıza…
Kurnazlık yapanın adı çıkardı yüzsüz’e…
Saçımız ve giyim kuşamımızda bile bir tertip
Bir düzen vardı…
Güzel çocuklardık biz,
Aklımız gök kuşağı gibi renkli,
Yüreklerimiz lekesiz,
Yaşayışımız;
Hayata insanlara bakışımız güzeldi…
Güzel bir nesil olarak yetişip,
Kötü bir zamana denk gelmiş,
Üzgün bir nesiliz şimdi biz…
Hoşluklar içinde olun.
Aytül KAHRAMA
***
Rahmetli ve Sayın Bülent Ecevit’in o dürüstlük temalı özdeyişi, kulaklarda yankı yapar: “Ben umudumu insanlığı küçülten çıkar hesaplarına bağlamıyorum. Ben umudumu insanlığı yücelten duygulara bağlıyorum.”
Gonca, güzel mi güzel, görkemli bir kız çocuğu… Henüz on dört yaşında bir çocuk gelin… Neşeli, gülen yüzlü ve yerinde duramayan yapıda kız olarak atılır, serpilir, gelişir. Çevresindeki gözler onun üzerindedir! Gençler, onu gördüğünde gözlerini ayıramaz! Mahallesindeki bir aile talip olur. Görücü yöntemi ile oğullarıyla evlendirmek üzere ailesinden ister. İstek gerçekleşir.
Gonca, henüz evlenme yaşında olmadığından nikâh için ana babanın olurunun alınması gerekir. Sağ olan anne bulunup getirilir. Oluru alınır. Kendisini dünyaya getiren annesinin o olduğunu yine o anda anlar! Şaşırır, yıkılır! Hayatı boyunca şaşkınlığı sorgulamalarla devam eder! Acı da olsa gerçeği öğrenir. Annesini bir daha da yakınında göremez!
Tüm olumsuzluklara, özellikle kaynana baskısına karşın dik duruşundan ve erdeminden asla ödün vermez. Kimi zaman gözleri ışığı yanan evlerde olur! Evlilik sonrası altı yıl bebeği olmaz. Bu durum nedeniyle kayınvalide sürekli sorun çıkarır. “Oğlumun çocuğu olmayacak.” Diye söylenir, durur ve üzerinde baskı kurar! Hiç çocuk gelini düşünmez. Elinden gelen kötülüğü yapar. Altı yıl süresince cahilce davranışlarıyla ona dünyayı dar eder!
Bu durum, Gonca’nın onurunu incitir ve çok yıpratır! Günlerce acı çeker ve sonunda ilk bebeğine hamile kalır! Yine çok zor günler yaşar, bebeğini kendi evinde dünyaya getiremez. Süresi dolunca güzel bir kız çocuğu dünyaya getirir. Lakin hülyaları içinde özlem olarak kalır. Gonca’nın zar zor büyüttüğü bebeği Yağmur üç yaşına gelir. Zamanla ikinci bebeğine hamile kalır. Bunu duyunca yakın çevresindekiler çok mutlu olurlar ama yine olumsuzluklar sürdürülür. O bebeğini de sorunlar içinde dünyaya getirir. Yine doğum kendi evinde olmaz. İkinci kızı Gül, hayata gözlerini açtığında güzelliği gözlerden kaçmaz!
Oğlunun iki tane çocuğu oldu artık. Kayınvalide çok mutlu olur! Tüm bunlara koşut kayınvalide tarafından yaşatılan sorunlar sürer. Çünkü huylu huyundan vazgeçmez. Üç yıl sonrasında Gonca yine hamile ve yine sorunlar bitmez… Sevgili okurlarım, bu öykünün devamını hep birlikte okuyalım…
***
Umut, bin bir ayaklı
Umut, güneşte saklı
Umut, edenler haklı
Umut, insanın hakkı…
Nazım Hikmet RAN
***
Yıl 1981… Eylül ayı ortalarında Kayseri’den Diyarbakır / Bismil’e tayinleri çıkan bir ailenin yaşam öyküsü konu edilir.
Gelişmeler Gonca Hanımı pek mutlu etmez! Bu durumda ne yapacağını şaşırır! Üçüncü bebeğinin doğumuna tahminen iki ay gibi bir süre var. Bu nedenle çok ama çok tedirgin olur. Eşi Veli Bey ile konuşmaya çalışır. Ona: “Ne yapacağız canım, senin tayinin Diyarbakır/Bismil’e çıktı. Biz şu anda büyük şehirdeyiz ama nakil ettikleri yer küçük bir ilçe…” Diyerek öz düşüncesini aktarır. Evet, Bismil’in köy gibi bir yer olduğunu öğrenir ve buna çok üzülür!
Eşiyle konuşurken araya kayınvalide girer. Yine her şeyi alt üst eder. Gonca’nın buna canı sıkılır! Çünkü eşi Veli, annesinin sözünden çıkmayan birisidir. Kayınvalide ne derse evde o olur. Gonca neler söylese de bir türlü dikkate alınmaz. Umarsız kalır ve zaman zaman gözyaşlarına boğulur!
Sorunlu günler katlanarak sürer. Annesi planını açıklar: “Oğlum, memlekette ablanlar var. Ağabeyin var. Onlarda kalınır ve Gonca orada doğum yapar.” Der. Veli, annesiyle aynı düşünceyi taşır.
Gonca’yı dinleyen yok. On beş gün sonra karar verildiği gibi uygulanmaya başlar. Veli: “Nakil olduğum Bismil’e gidip görevime başlayacağım. Sonra ev tutar eşyaları almaya gelirim.” Der ve gider. Dediğini de yapar. Döndükten birkaç gün içinde eşyalar toplanır, kamyona yüklenir ve gönderilir. Veli, otobüs biletini alarak Bismil’e hareket eder.
Her zamanki gibi; Veli annesinin sözünden bir milim dışarı çıkmaz. Annesi, yani Gonca’nın kayınvalidesi: “Ben bilmediğim Bismil’e gitmem, doğumda da Gonca’ya bakmam, yardımcı da olamam!” Der. İki tane dünya güzeli, şeker mi şeker, tatlı tatlı bakan kızları var. Yağmur altı, Gül üç yaşında… Gonca’ya, annesine ve çocuklarına otobüs bileti alarak onları memleketi Hatay’a gönderir. Çünkü Veli, annesiyle böyle karar alır. Hatay’a doğru yol alırlar. Bebeğini kendi evinde dünyaya getirmek isteyen Gonca’nın boynu bükülür ve iki gözü iki çeşme olur!
Otobüsten inilir ve ağabeyin evinin yolunu tutulur. Kapıyı çalınır, kısa süre sonra açılır. Alışılmış sözcükler duyulur: “Aaa hoş geldiniz!” İçeri girerler. Gonca durumundan çok mahcup olur! Neden mi? İki çocuğun elinden tutmuş biriside karnında! O gün herkes mutludur! “Hoş geldiniz, özlemiştik.” Diye sevgi gösterisi de yapılır. Alımlı ve görkemli bir bayan olan Çerkez kızı Gonca, bunların samimi olmadığını hissine kapılır. Ama umarsızdır, kime anlatacak düşündüklerini… Orada on gün kalırlar. Yavaş yavaş ev sahiplerinin suratları asılmaya başlar.
Bir sabah uykudan uyandıklarında görürler ki; çocuklar, yattıkları yatağı kirletmişler! Veli’nin yengesi, hemen kirlileri çıkarıp ortaya kor: “Bunlar yıkanmadan size ve çocuklara yemek yok.” Der ve kapıyı kapatır, odadan dışarı çıkmaz. Bu duruma Gonca çok üzülür! Onuru incinir, yine iki gözü iki çeşme onları yıkar, kurutmak için serer, hemen çocuklarını hazırlar. Sonra kendisi hazırlanır. İki çocuğunun elinden tutarak kapıyı çeker. Kayınvalidesini de alarak yola çıkarlar.
Veli’nin ablasına giderler. Onların evinde de on gün kalırlar. Yine aynı sevgi yelleri eser. On gün sonra: “Bu gelin nerede doğuracak?” Sorular sorulur. Orada da istenmezler: “Ne orada burada geziyorsun Gonca, git evine, evinde doğur çocuğunu...” Sözcüklerini duyar. Yine onuru incinir! Verdikleri kararla hemen oradan da ayrılıp
kayınvalidenin evine giderler. Ev boş ve oturulacak durumda değil. Gonca gözyaşlarına hâkim olamaz! Üzülür, ağlar da ağlar!
Bu durumlara ya da olumsuzluklara dayanamayan Gonca “Artık çocuklarımla evime gitmek istiyorum.” Der. Olanlardan Veli’nin hiç haberi yok. Nasıl haberi olacak ki? Telefon yok. Olsa haber verir belki. “Gel bizi al.” Diyerek yaşadıklarını anlatır da… Sonra: “Veli, merhamete gelirse söz dinler ve gelip götürür.” Diye düşünür. Gonca, umarsız kalır. Bir on gün de orada kaldıktan sonra artık tükendiğini hisseder. Sancıları başlar. Bütün bunlara karşın karar vermede zorlanır. Üstelik elde avuçta yeterli para da yok. Sadece yol parası var.
Sabahın erken vaktinde uyanır. Saat 05.00’te kayınvalidesine seslenir: “Artık dayanma gücüm kalmadı. Biz bugün Bismil’e gidiyoruz.” Der. Hep birlikte yola çıkılır. İşin garip yanı elinde ne evin adresi var ne de eşinin telefon numarası… Belleğinde Sadece Veli’nin iş adresi…
Hayati tehlikesi olmasına rağmen artık ok yaydan çıkmıştır. Uzun, yorucu ve zorlu bir yolculuğa çıkılır. Gonca, iki çocuğu ve kayınvalidesi otobüse binerler. Birisi de doğdu doğacak… Belki otobüste dünyaya gelecek, belki de hayata gözlerini açmadan elveda diyecek, kim bilir? Okuyup göreceğiz…
***
“Ben demiyorum ki, insan hiç karanlığa, umutsuzluğa düşmez. Düşmez olur mu? Ama insanlığın mayası aydınlık ve umuttur. İnsanlığın mayasında güzel, aydınlık, pırıl pırıl, umut, gelecek türküleri söyleyen düş dünyaları kurmak var.”
Yaşar Kemal
“Umut, uyanık insanların rüyasıdır.”
Aristoteles
“Hayatta umutsuz durumlar yoktur,
Umutsuzluk besleyen insanlar vardır.”
Booth
***
Sakinlik ülkesine ulaşmak için, fırtınalar ülkesinden geçmelisin. Ümidini hiç kaybetme! Sabaha çıkacağımızı bilmediğimiz halde saati kurup uyanmaktır umut…
Gonca, bu tümcelerden güç alarak çileli yaşamını sürdürür. Sancıları yoklamaya başlar. Sürekli Tanrı’ya yalvarır: “Tanrım, beni mahcup etme, beni ve çocuklarımı koru!” Sözcüklerine sığınarak umudunu hiç bir zaman yitirmez. Sürekli şu sözü tekrarlar, durur: “Umut dünyadan büyüktür.”
Dişlerini sıkar, nefesini tutar! Bu durum dokuz saat sürer ve yolculuk tamamlanır. Otobüsten inerler. Diyarbakır Otogarı’na varılır. Gonca, orada çalışan bir adama sorar: “Biz buranın yabancısıyız. Bismil’e gideceğiz. Oraya araç acaba saat kaçta gider?”
“Bu saatte buradan oraya araç olmaz. Sabah saat sekizde gitmeye başlar ablam!” Cevabını alır. Gonca, Yağmur, Gül ve kayınvalide ortada kalırlar!
Aylardan Kasım… Elleri ve ayakları soğuktan buz gibi olur. “İçimiz titriyor.” Diyen Gonca’nın artık dudakları bile morarmaya başlar. Hem korkudan, hem de çaresizlikten… Oracıkta sekilenirler ve kara kara düşünürler! Bir otelde kalsalar para gerekir. Çaresizliğe bürünürler.
Yanlarına bir delikanlı çıkagelir: “İyi günler ablam! Kimi beklersiniz burada?” Der. Gonca, titrek ağlamaklı bir sesle: “Biz buranın ilçesi Bismil’e gideceğiz. Ama araç yok, gidemedik.” Derken sözcükler boğazına dizilir ve konuşamaz olur.
O kişi: “Ablam ben de Bismil’e gideceğim.” Der ve ekler: “Buradan oraya tren var. Saat: 11.00’ de… Ben sizi götüreyim.” Sonrasında bir taksi çağırır. Binerler ve hep birlikte istasyona giderler. Taksi ücretini de o adam öder. Hemen giderek gişeden tren biletlerini de alır gelir. Uzatarak: “Bunlar tren biletleriniz, buyurun!” Demesi sonrasında tekrar gider, geri gelir. Aldığı simit, peynir, kimi yiyecek ve içecekleri ikram eder. Ardından: “Ben sizi bekliyorum. Trene biner, gideriz.” Söyleminde bulunur. Saat:10.50’de tren gelir. Hep birlikte binilir ve bir saat yolculuk yapılır.
Trenden inerler. Gonca, Yağmur, Gül ve sevgili kayınvalide ilçeye varırlar. Yardım eden adam, adresi sorar ama Gonca yine suskun, cevap veremez. Çünkü ellerinde adres yok. Saat: 24.00…Çocukların ellerini tutan Gonca artık hiç bir şey hissetmez durumda olur. Evlerin ışıkları sönüktür. Gecenin karanlığında bu küçük ilçede bir ışık aranır. Sonunda ışığı yanan ev bulunur… Rastlantı bu ya, o evde Veli Bey’in amiri oturuyor. Adam, lojman olan evin zilini çekinerek çalar. Bir bayan, pencereden ses verir: “Kimsiniz, kime geldiniz?”
Önderlik eden adam: “Yenge, misafiriniz var.” Yavaşça seslenir. Bayan: “Biz misafir beklemiyoruz.” Der ve pencereyi kapatır. Gonca: “Umut dünyadan büyük!’’ Düşüncesiyle sabırla bekler. Beş dakika sonra pencere tekrar açılır: “Ay kusura bakmayın, bir dakika bekleyin!” Dedikten sonra koşar adımlarla aşağıya inerek kapıyı açar: “Buyurun, hoş geldiniz!” Karşılamasını yapar. Gonca’yı ve yanındakileri içeriye alır. Rehber olan adam, gözden kaybolup gider. Adını ve kimliğini bilmedikleri yardımsevere teşekkür bile edemezler. Harcadığı parayı da veremezler. Araştırırlar lakin adamı bulamazlar. Bu durum, Gonca için ayrıca üzüntü kaynağı olur!
Bayanla yukarı çıkarlar, uyuyan eşi Şükrü Bey de uyanır: “Hoş geldiniz, kimsiniz, gecenin bu saatinde kimi arıyorsunuz?” Sözcüklerini yöneltir. Gonca utancında konuşamaz durumda olup zar zor fısıldar: “Veli Bey’in eşiyim. Bunlar çocuklarımız ve annesi…” Demesi sonrası başı yere eğilir, çok utanır! Çünkü karnı burnunda ve çocuk doğdu doğacak durumda!
Eşinin adı sorulunca Gonca yanıt verir: “Eşimin adı Veli… Bir ay önce buraya tayini çıktı. Geldi, işine başladı, ev tuttu, eşyaları da aldı geldi. Biz şimdi geldik.” der.
Şükrü Bey, onlarla birlikte arama amaçlı sokak sokak gezerken: “Veli Bey! Veli Bey!” Nidasıyla seslendiği de duyulur. O sırada bir ses duyar, bir adam: “ Hayırdır Müdür Bey, kimi arıyorsunuz?” Diye sorar. Şükrü Bey: “Veli Bey’in evini arıyorum Kemal Bey!” Der. Aynı işyerinde çalışan Kemal Bey: “Ben biliyorum, dedikten sonra onları alarak giderler ve bir evin kapsını çalar.
Gecenin saat 01.00’inde Veli uyanır, kapıyı açar ve şaşırır: “Hayırdır Müdür Bey, Kemal Bey, ne oldu, ne var?” Demesiyle Şükrü Bey konuşur: “Benim eve bir teyze, bir hamile kadın, ikide kız çocuğu geldi. Seni arıyorlar.” Sözlerine Veli’nin yanıtı şöyle olur: “Bu da nerden çıktı? Onlar buraya nasıl gelsinler. Adres falan da yok. Ben gidip onları alacağım…” Şükrü Bey afallar ve konuşmaya başlar: “Veli gel bak, senin çocuklarsa alır evine gelirsin. Değilse benim misafirim olurlar.”
Veli ile birlikte gelerek yukarı çıkarlar. Odaya girerler: “Bunlar senin ailen mi?” sorusu karşısında, şaşkınlık içinde kalan Veli’nin gözleri fal taşı gibi açılır! Sonra: “Sen nasıl geldin buraya?” Diyerek pişkin pişkin sorar. Gonca, yorgun ve bitmiş bir sesle: “Geldik işte.” Diyerek sözlerini sürdürür: “Gelemez miyim sandın?” Sonra Gonca hemen kalkar ve ev sahiplerine: “Bize izin veriniz, biz gidelim, her şey için çok teşekkür ederim.” Şükrü Bey ve eşi der ki: “Olmaz, çok zor durumdasınız. Ayakta duramıyorsunuz. Bu gece burada kalınız.” Gonca, eşine karşı öfkelidir! Bir fırsatını bulup: “Yürü, eve gidiyoruz, seninle evde konuşuruz!” Dedikten sonra oradan ayrılırlar. Devamını da ilgiyle okuyacaksınız…
***
Umut yolunda düşe kalka ilerlerken
Neyi umdum, neleri buldum demeden
Dik duruşundan dönüşe geçmedi hiç
Al al olan yüzle ‘yavrularım!’derken.
Eve gelirler. Gonca çok yorgun, çocuklar bitkin bir halde elleri ayakları buz gibi olmuş, içten titremedeler. Gonca gördüklerine çok şaşırır! Bütün koliler öylece duruyor, hiç birisi de açılmamış! Ayakta durmaya dermanı kalmamış durumda olup derinden bir offf çeker! Tüm bunlara karşın: ‘Yine iş başa düştü.’ düşüncesiyle hemen birkaç koliyi açar. Yatılacak yatak hazırlar, yatıp uyurlar.
Sabahleyin uyanmalarının ardından Gonca, derhal evi yerleştirmeye girişir. Akşam olduğunda yemekler yenilir. Sonrada Gonca biraz dinleneyim der. Ne ki aniden dayanılmaz sancıları başlar! Artık kendini evinde güvende hissetmektedir! Tanrıya yakarışları kabul olur ve gece saat: 2.00 sularında üç gün gecikmeyle ebe ve hemşire yardımlarıyla bebeği dünyaya gelir! Anne karnında gününden fazla kaldığı için sorun yaşanır! Müdahale edilir, sonra bebeğim nefes alışları normale döner. Her şey yoluna girer. Gonca Hanım umudunu hiçbir zaman yitirmez. İncitirler ama o hep onuruyla yaşamayı başarır!
Veli’nin annesinin yaptığı akıl almaz olumsuzluklara karşın Gonca: “Umudum dünyadan daha büyük!” Der, kimi zaman… Hayatta her şey unutulur. Ne ki yapılan kötüler unutulmaz.
Çerkes Kızı Gonca der ki: “Evet, umudumu hiç bir zaman yitirmedi. Ben aşk kadınıyım, aynı zamanda anayım. Bir elimde Yağmur, bir elimde Gül, karnımda doğacak olan bebeğim ile gecenin 24.00’ünde trenden inip ışığı yana evlere doğru yürüdüm. Bunun ne demek olduğunu çok iyi bilirim. Ya siz, bilir misiniz?” Gonca Hanım, yaşadıkları sonrası bir değerlendirme de bulunur: “Şu anda anlatılanlar, nefes alan tüm canlıların bitmemiş bir öyküsüdür…”
Zamanla Veli Bey ve kayınvalide dünyamızdan göçüp gider. Gonca Hanım, bir kentimizde ve kendi evinde özenle evlatlarını büyütür, onları ev bark sahibi yapar. “Umut dünyadan büyük!’’ Söylemine tutunarak mutlu bir şekilde yaşamını sürdürür.
Tanrı, hiç kimseyi umutla yürüdüğü yoldan hüzünle geri döndürmesin! Anlatımızla uyumlu olan bir Bedri Rahmi Eyüboğlu şiirine dönüş yaparak bölümlü yazımızı noktalamak gerekir.
***
Hele Bir Başlasın
Hele bir başlasın ılık yaz yağmurları, içimdeki çocuk!
Hele bir kanatlansın ufuklar,
Hele bir içini çeksin orman,
Hele bir kere güneşler yansın,
Kertenkeleler üşümesin,
Hele bir kere toprak kansın,
Mevsim demlensin,
Hele bir ballansın böğürtlen dikenleri!
Gelincikler bedava,
Gökler sahipsiz
Bahçeler zilzurna..
Hele bir başlasın ılık yaz yağmurları, içimdeki çocuk!
Dudaklarında kalın kabuklu bir portakal kokusu,
Tabanlarında, kınalı keklikleri bol dağların rüzgârı karıncalansın..
Hele bir kere dallarda sallansın,
İri kalçaları şeftalilerin;
Hele bir duyulsun uzaktan
Yaylı çıngırakları
Yıldızlar seslensin,
Hele bir armut ağacı temmuzu yüklensin,
Hele bir kerrecik daha yalınayak yere değsin içimdeki çocuk…
Bedri Rahmi Eyüboğlu
*