Son Zamanlarda Türkiye!
Türkiye’de son yıllarda gelir dağılımı çok bozuldu, orta tabaka neredeyse yok oldu, kişi başına düşen milli gelir 12.500 Dolar’dan 8.000 Dolar’in altına düştü, enflasyon çok yüksek, her türlü ürünün ve hizmetin fiatları çok arttı, işsizlik ve özellikle üniversite mezunlarındaki işsizlik inanılmaz boyutlarda, her düzeydeki okula ve işe giriş sınavlarında yolsuzluklar, soru çalmalar devam ediyor, liyakat hiç yok, hukuk ayaklar altında, çok önemli olaylarda, iddialar karşısında bile savcılar harekete geçmiyor ancak çok sıradan konularda ve emir aldıklarında hemen davalar açıyorlar ve çok ağır cezalar talep ediyorlar, yolsuzluk, hırsızlık haberleri, iddiaları karşısında araştırma, soruşturma açılması bir yana bu tür haberlere, bilgilere idari mercilerce, mahkemelerce hemen ulaşım, erişim, yayın yasağı getiriliyor, toplumun tüm kesimlerini doğrudan ya da dolaylı olarak korkutmaya, sindirmeye dayalı bir yönetme tarzı neredeyse olağan ve kabullenilir hale geldi, Anayasa ile güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerin hiçbiri kullanılamıyor, en sıradan konularda bile bir basın açıklaması dahi yapılamıyor, öyle ki milletvekilleri, avukatları temsil eden barolar birliği gibi örgütlü ve güçlü kurumlar bile kendi mesleki konuları ve ülkenin temel sorunları ile ilgili olarak TBMM’nin önünde açıklama yapmaya kalkıştıklarında karşılarında emniyet güçlerini buluyorlar ve engelleniyorlar hatta dövülüyorlar, Rize İkizdere’de kendi köylerini, yeşilliklerini, derelerini korumaya çalışan gariban köylüler karşılarında Jandarma eşliğindeki Cengiz İnşaat’ın dozerlerini buluyorlar, en hafif eleştiriler ve her türlü karşı çıkışlar hemen ya terörist ya da vatan hainliği ile itham ediliyor ve bu tür duyarlılıkları, tepkileri gösterenlere hemen gece yarısı operasyonları yapılıyor, çok hızlı davalar açılıyor, dahası düne kadar bu iktidarın yanında olan, destekçisi olan, öncüsü ve kurucusu olanlar da benzeri sorunları yaşıyor, suçlanıyor, evlerine baskın yapılıyor, fetöcü olmakla tehdit ediliyor hatta sokak ortasında saldırıya uğruyor, dövülüyor, yaralanıyor, buna karşılık Fettah TAMİMCE, Hüseyin GÜLERCE, Fehmi KORU gibi tescilli, sicilli, hızlı fetöcüler bugün başkalarını fetöcülükle suçluyor; kısacası at izi it izine karışmış, Allah sonumuzu hayretsin!
İşte yeni Türkiye; rakamlarla ortaya konulan, olaylar ve olgularla gözle görülebilir hale gelen yeni ülke!
Ama kimilerine göre uçuyoruz, hatta aya bile gidiş projeleri yapıyoruz.
Ülkeyi, toplumu birleştirmesi, uzlaştırması, tüm yurttaşlarını kucaklaması gereken Cumhurbaşkanı ise; iflâs etmiş, iflasın eşiğine gelmiş binlerce esnafın, açlığın sınırına gelmiş milyonlarca yurttasın bir çare, bir umut beklediği şu pandemi günlerinde bile hemen her konuşmasında adeta kin ve nefret kusuyor, ayrıştırıyor, kutuplaşmaları arttırıyor, “Bu iyi günleriniz, daha neler göreceksiniz!” diyor, diyebiliyor.
Bu bir akıl tutulması, sevgili arkadaşlar.
Ama asıl akıl tutulması ne, farkındamısınız, arkadaşlar: Aynı Cumhurbaşkanı’nın, hem de yakın aralıklarla, önceki söylediklerinin, bu kez tam tersini söylüyor olması ve bunu sık sık yapması. Bu durum pek çok köşe yazısına konu oldu; Cumhurbaşkanı’nın, birbirini tutmayan, çelişik açıklamaları, demeçleri, konuşmaları ard arda sıralandı, yazıldı; yer, tarih, gün ve saat verilerek.
Bunlardan, benim aklımda kalan ikisi:
Bir konuşmasında, Cumhurbaşkanı; Lozan Antlaşmasını bize başarı diye gösterdiler, bizi böyle kandırdılar.” gibi birşey söyledi. Çok kısa süre sonra, bu kez, “Lozan Antlaşması Türkiye’nin tapu senedidir.” mealinde birşeyler söyledi.
Bir başka konuşmada da; “Türk Dili, felsefe yapmak için yeterli bir dil değildir.” dedi. Birkaç yıl sonra, bu kez; “Kim demiş, Türkçe ile felsefe yapılmaz diye! Bunu söyleyenler vatan hainidir.” mealinde birşeyler söyledi.
Vallahi de billahi de bu ülkenin Cumhurbaşkanı, yakın aralıklarla böyle diyor, buna benzer çelişik, tutarsız konuşmalar, açıklamalar yapıyor. Bunları ben uydurmuyorum; isteyen, arşivlere girip görebilir ya da bu konuda yazılanları okuyabilir.
Arkadaşlar, “akıl tutulması” dedim ya; vallahi bu durum, akıl tutulmasından da öte: “Adını siz koyun!”