Solmayan güller, bahçesinin nadide çiçekleriydi. Bahçe, solmayan gülleri sayesinde güzelliğinin doruk noktasındaydı. Solmayan güller; kırmızı, pembe ve beyaz renkteydi.
Annemin ilk sevgi fidanı, solmayan pembe güldü.
Fidan tomurcuklanmış ve pembe gül olarak, kendini göstermişti.
Babamın, “gurbet yolu” adını verdiği, patikadan, annemin sevgi bahçesine gidiliyordu.
Gurbet yolu; kırmızı ve beyaz gül fidanlarının ilk defa karşılaştığı yoldu. Bu yol babama “sembol” olmuştu. Çünkü gurbette annemle karşılaşmıştı. Anneme “gurbet yolu gariplerin yoludur,” demişti.
Evden gurbet yolundan, geçip annemin, güzeller güzeli çiçekliğine gidiyorduk. Ev, gurbet yolu ve sevgi çiçekliği üçgeninde büyüdüm.
Bu üçgenin, solmayan güllerinin “kalıcı” çiçeğiydim. Kalıcı olmak, bir fidanın, tomurcuk ve çiçek haliydi… Annem “kalıcı çiçeğim,” dediğinde yağlarım eriyordu. Çiçeklerin güzelliği ve sevginin doruk noktasına yüceliyordum… Bu noktada dünya dönüyor ve durak yeri güzellikler diyarı, bahçemiz oluyordu.
Ben de anneme; solmayan pembe gülsün, dediğimde belki solmayan güldüm, ama yavrum halimi görüyorsunuz. Bir de içime sorun bakalım, ne haldeyim. Yavrum, kardeşini kaybettikten sonra, onun acısıyla soldum. Derler ya “içim kan ağlıyor, çiçekler arasında da olsam,” dedi.
Annem, gözleri yaşlı soldum, sarardım ve bataklığa saplandım, diyebildi.
Acıların acısı olay, annemin sevgi gülleri arasında, üzerime çökmüştü.
Kırmızı ve pembe güllerin önündeki salıncakta, gümüşle birlikte büyüdüm. Gümüş, sadık bekçi köpeğimizdi. Arada yanıma, pamuk kedimiz de geliyor ve kucak kucağa uyuyorduk. Gümüş ve pamuk annemin, sevgili canlarıydı.
Okula gittiğimde sevgi çiçeklerinden ayrılıyordum. Onun dışında sürekli çiçekler arasındaydım. Gümüşün yavruları varken yanıma gelmiyordu. Ona çoğu zaman evi beklemesi için bahçeye gelme, diyorduk.
Çiçeklere olan sevgim; güller sayesindeydi. Kırmızı ve pembe güller…
Her çiçeğe, su ve gübresini verir, yabani otları temizlenirdi. Satılan fidanlara üzülürdüm. Tomurcuklarım diyerek, gümüşe açıklama yapar ve yüreğim rahatlardı.
Hayat, güzelliklerden ibaretti. Güzel çiçekler ve solmayan güller. Dünyanın durağı; çiçekliğimizi bilecektim. Yine de dünyayı, çiçeklerimiz sayesinde “güzel” sanıyordum.
Annemin “sevgi bahçesi,” dünyanın güzellikler durağıydı…
Sevgi bahçemizde yenilik olarak, plastik saksıları tenekelerle değiştirmiştik. Başarılı da olmuştuk. Bu gözlemler babama aitti. Babama bu konuda katılmıştım.
Çiçek bahçesinde solmayan kırmızı ve pembe güllerin, “kalıcı çiçeği” olarak, günlerimi geçirdim. İlk okulu bitirmiştim. Fidanların tomurcuk ve çiçek vermiş hallerini, büyük bir zevkle izlerdim. Fidanların sevgimize karşılık gösterdiği tepkiler inanılmazdı.
Gönül hoşluğuyla çalıştığımız çiçek bahçemiz; bir gün geldi, peş peşe gülleri solmasa da sonsuzluk yoluna uğurlandı.
Gurbet yolu, sonsuzluk yoluna dönüştü…
Sevgi bahçemiz, dünyanın “sevgi durağı” özelliğini kaybetti. Dünya kısa süre için uğrasa da ne kırmızı ve pembe gül ne de sevgi çiçekleri tomurcuklarını açmışlardı.
Gümüş de evimizin bekçisi olarak, vadiye indiğini söylemişlerdi. Yalnız pamuk, kapının önünde kıvrılmış uyuyordu.
Annemin sevgi çiçekliği, dünyanın durağı artık yoktu.
Hasan TANRIVERDİ























