“Her insanın bir öyküsü vardır ama her insanın bir şiiri yoktur.” Özdemir Asaf
”Şiir, insanın kendi anadili çalgısında söylenen bir türküdür.” Cahit Külebi
Çoğu kimseler, sanatçıyı anlayamazlar. Sanatçı, güzelliklere âşık olur. O, alışmış evrenin dışında yaşar. Onun için, güzel bakışlar ya da bakmayışlar esin kaynağıdır. Sanatçı, bir okurdur. Sanatçı bir yazardır. Sanatçı, hiç kimse için olumsuzluk düşünmediği gibi karıncayı bile ezemez.
Şair, cenazede düğünde; iyi günde kötü günde; sevinçte, üzüntüde; ağlamıştır, gülmüştür. Şairler; duyduklarını, Gördüklerini, yaşadıklarını, sezdiklerini, okuyarak özümsediklerini ilgi duyanlarla bölüşen şiir işçileridir. Onlar, duygu uğruna ve sanat adına uğraş verirler.
Şiir; güzel sanatların bir dalıdır. Müzik gibi işitsel (fonetik) sanatlardandır. Yeryüzünüzdeki tüm güzelliklerde şiir vardır. Çocuklarda dil ustalaşması sağlar. Onların duygu dünyalarına katkıda bulunur. Güzelduyunun (estetik) gelişimini hızlandırır. Yurt, doğa, ulus ve insan sevgisinin oluşmasında etkili olur. Sağlıklı kişilik oluşumuna yardım eder. Yetişkinlere yaşamı sevdirerek yaşama gücü verir. Bireyi tüm olumsuzlukların ötesinde tutar. Genişlemekte olan dünyalara duygu zenginliği katma işlevinde olan şiir, göz ardı edilmemelidir.
Şiir, insanın ikinci evrenidir. Şiirler; yürekten kopan, beyinde oluşan, okura ulaşan ve herkesin kendine görelikler bulacağı (empatik) duygu demetidir. Her şiirde en az güzel bir dize vardır.
***
Algılama ve anlama, bir aynanın iki yüzü gibidir. Birbirine yakın anlam içeren ya da birinin ötekini tamamladığı sözcüklerdir. Anlaşılır şiir, hemen camın önüne oturmak gibidir. Bu yüzden algılaması kolay olur. Kimi algılar, rahata düşkünlüklerin uzağında kalır.
Güçlü şiirler çaba ister. Yüreğimizde sevinci ve acıyı, direnmeyi canlı tutan, yazın yaşamının hoş bir tadı olma işlevini gerçekleştiren şiirlerde algılama da gerçekleşir. Direnci ve umudu besleyen; kırılgan, acıyan, acınan, incinen ve en önemlisi anlaşılır şiiri diri tutmaya çalışan şairler, yaşadığı toplumla iletişim içindedir.
Ya da anlaşılır şair; kendisiyle, ülkesiyle, okuruyla, sevgilisiyle barışık ve çabuk etkileşim kuruyor, demektir. Sanatçının yeni bir şey söyleme zorunluluğu vardır. Aksi durumda kendini tekrarda ısrar eder ve çürümeyi de beraberinde getirir. Bir’leriyle tanınan ilk kültür bakanımız Talat Sait Halman’ın dediğince: “Dil öldürür dili baştan yaratmayan ozanı.”
Dizelere yazın sanatlarını ve imgeleri serpiştirmek, şairin ustalığının ölçüsünü gösterir. Bunlar, algılama ve anlamada olumsuzluk yaratmazlar. Aksine şiirin alımlı mozaiğini oluştururlar.
Şair, tarihe tanıklık yapmayı ve savaşlara karşı olan tavrını koymayı sürdürür. Örneğin: Aydın Öztürk’ün “Bütün korkuları kırbaçlayan bir büyük kamçı dövüyor haritaları” dizesinde; yanı başımızda yıllarca süren savaşı anımsatırken, aynı zamanda dünyayı saran emperyalizm canavarını da işaret ediyor.
Şair, şiiri oluşturacak sözcüklerin günlük yaşamdaki etkinliğine estetik bir yetkinlik kazandırır. Bir kitabıma “sunuş” yazan Cahit Külebi’den anlaşılır ve etkili şiire örnek:
Hikâye
Senin dudakların pembe, ellerin beyaz,
Al tut ellerimi bebek, tut biraz.
Benim doğduğum köylerde ceviz ağaçları yoktu,
Ben bu yüzden serinliğe hasretim, okşa biraz.
Benim doğduğum köylerde buğday tarlaları yoktu,
Dağıt saçlarını bebek, savur biraz.
Benim doğduğum köylerde şimal rüzgârları eserdi,
Ve bu yüzden dudaklarım çatlaktır, öp biraz.
Benim doğduğum köyleri akşamları eşkıyalar basardı.
Ben bu yüzden yalnızlığı hiç sevmem, konuş biraz.
Sen Türkiye gibi aydınlık ve güzelsin.
Benim doğduğum köyler de güzeldi.
Sen de anlat doğduğun yerleri
Anlat biraz.
Yeniden, yaratımlar sürecinden geçirilerek biriktirilen ve en üst düzeyde çağrışımlar yaratmak üzere birbiriyle tetikleşerek buluşmalar yaşatan sözcüklerle şiir oluşturulur. Günlük dilde kullanılmakta olan sözcüklerin şairle buluşması, sözcüğün tüm çağrışımları açığa çıkarılarak şiir dünyasına taşınması; şairin işliğinde işleme tutularak yeniden yaratılmasıyla olasıdır.
Yıl 1956. Nazım Hikmet’ten algılaması kolay ve anlaşılır ve duygusal şiire özgün bir örnek:
Kız Çocuğu
Kapıları çalan benim
kapıları birer birer.
Gözünüze görünemem
göze görünmez ölüler.
Hiroşima’da öleli
oluyor bir on yıl kadar.
Yedi yaşında bir kızım,
büyümez ölü çocuklar.
Saçlarım tutuştu önce,
gözlerim yandı kavruldu.
Bir avuç kül oluverdim,
külüm havaya savruldu.
Benim sizden kendim için
hiçbir şey istediğim yok.
Şeker bile yiyemez ki
Kâat gibi yanan çocuk.
Çalıyorum kapınızı,
teyze, amca, bir imza ver.
Çocuklar öldürülmesin
şeker de yiyebilsinler.
Yazın ustası Mustafa Ceylan anlatıyor: “Şiir yazmışsın, anlaşılmaz olmak için çabalamışsın galiba, dediğimde birisine: ‘Hocam ne kadar anlaşılmaz olursa, hatta yazan olarak ben bile anlamazsam o şiir güzel ve kalıcı olurmuş.’ demez mi bir kardeşim! Hayretler içinde kaldım. Hayretler!
Tadı mı, yok damağımda. Renk mi, gözümde yok. Acı mı, içime bağdaş kuramamış. Neşe mi, bende en küçük bir kımıldama sağlamadı. Okudum, hiçbir şey anlamadım dedim. Güldü yüzüme ve ekledi: ‘Demek ben başarılıyım!’
İnsan bu kadar anlaşılmaz olabilmek için çırpınır mı diye düşündüm. Karacaoğlan, yayla çeşmesinde asırlarca çalınıp söylenen o arı-duru Türkçe ile söylemeseydi, “anlaşılmaz” olsaydı yani, asırları geçip gelebilir miydi, diye düşündüm.
Hani koca koca Arapça-Farsça divanlar yazmışlar. Kütüphanelerimizde duruyor. Değerleri var ama okuyan nerde? Ya bu koşmaktan-çılgınlıktan başka bir şey yapamayan zaman yoksulu gençlik ne zaman açar o eserlerin kapağını diye düşündüm. Keşke, Türkçeye çevrilebilselerdi…”
Geçmişte Divan Edebiyatı vardı. Seçkinlere, aydınlara ya da mutlu azınlığa aitti. Ya öylesi insanların yazınıydı. İkinci yenicilerin soyut şiiri de bir avuç insanın uğraşıydı. Parladı ve söndü, denebilir. Oysa halk edebiyatı; çoğunluğun algılayıp anladığı ve çerez tadı ile yaklaştığı geniş sanat alanıdır. Bendini yıkan sel gibi akmaktadır. Anlaşılır dili ve topluma yansıyan örnekleriyle:
“Acep şu yerde var m’ ola
Şöyle garip bencileyin
Bağrı taşlı, gözü yaşlı
Şöyle garip bencileyin.”
Diyen Yunus Emre olmalı.
“Hararet nardadır sacda değildir
Keramet baştadır taçta değildir
Her ne arar isen kendinde ara
Kudüs’te, Mekke’de, Hac’da değildir.”





















